Anasayfa » CHP’nin Yeni Programı

Yazı Hakkında

Başlık: CHP’nin Yeni Programı
Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi (s.2)
Tarih:  27 Kasım 1976, Cumartesi

Yazı

OLAYLAR ve GÖRÜŞLER

CHP’nin Yeni Programı

Doç. Dr. Ahmet Taner Kışlalı

Sosyalizmin amacı mülkiyeti ortadan kaldırmak değil, sömürüyü, emekçinin emeğinin ürününe yabancılaşmasının ortadan kaldırmaktır. Sermayenin egemenliğinin, sermayenin kendi kurallarının topluma zorla kabul ettirmesinin sona ermesidir sosyalizm.. Başka bir deyişle, küçük bir kesimin bireysel ve sınıfsal çıkarlarının toplumsal çıkarların üstüne çıkmasıdır.

Üretim araçlarının devletleştirilmesi ise bir amaç değil, bu amacı gerçekleştirmek için öne sürülen bir araçtır. Üstelik tüm üretim araçlarının devletleştirmesinde beklenen amacı gerçekleştirmediğini ortaya koyan örneklere de gözlerimizi kapayamayız.

Devrim, en basit tanımı ile, toplumsal düzeni belirleyen, ona damgasını vuran temel öge ise egemen sınıftır. Öyleyse, bir toplumsal hareketin devrimci olup olmadığını saptamak için, onun egemen sınıf karşısındaki tutumunu değerlendirmek gerekir.

Daha ileri bir toplumsal düzene ulaşmak, sadece daha yüksek bir üretim düzeyine varmak anlamına gelmez. Aynı zamanda, ileri üretici güçlerin yarattığı olanaklardan yararlanmalarının toplum içindeki oranının büyük ölçüde, devrimcilerin yenmesi gereken bir engeldir. Bu engelin ortadan kalkması egemen sınıfın egemenliğinin ortadan kalkmasını gerektirir, yoksa sınıf olarak ortadan kalkmasını değil.

Feodeliteden kapitalizme geçiş bir devrimdi. En büyük feodal bey olan kral, tarihsel gidişi önlemeye kalktığı ülkelerde tahtını kaybetti. Fakat İsveç’te, Danimarka’da İngiltere’de  Hollanda ve benzerlerinde, egemenliğinin elinden gitmesine karşın yerini korudu. Aristokratlar da egemenliklerini yitirdiler, ama bir sınıf olarak yaşamlarını sürdürdüler. Nasıl ki krallar ancak halk iradesine boyun eğerek yaşamlarını sürdürebiliyorlarsa, sermayedarlar da ancak halkın yararına, toplumun genel çıkarlarına uygun olarak mülkiyetlerini koruyabilirler.

“Ben heykeltıraşım” demenin heykeltıraş olmak için yeterli olmadığı ne kadar gerçekse, bir siyasi partinin de kendisini devrimci ilan etmekle devrimci olmayacağı o kadar açıktır. CHP’nin devrimci olup olmadığını anlamak için bir yandan ideolojisine, öte yandan da toplumsal tabanına bakmak gerekir. Toplumsal tabanının çıkarlarının, saptadığı ideolojik amaçlarla uyuşup uyuşmadığını araştırmak gerekir.

Emeğin Egemenliği

CHP’nin yeni programında altı Kemalist ilkeye ilaveten getirdiği altı “kural”dan ikisi, Ecevit’in “demokratik sol” anlayışının somutlaşmasında büyük önem taşımaktadır. “Emeğin üstünlüğü” ve “Halkın kendini yönetmesi” Birinci kural ile ilgili bölümde şu satırlara rastlıyoruz:

“Emeğin yarattığı değer emeği verenlerde birikmelidir, bu birikimin toplum yararına nasıl kullanılacağını emeği verenler saptamalı ve yaşamlarını emekleriyle kazananlar çalışma koşullarını düzenlemekte de yetkili olmalıdırlar.”

Buradaki anlam açıktır. Sömürünün sona ermesi: kafa ve kol emeğini verenlerin, o emeğin ürününe olan yabancılaşmasının sona ermesi amacı belgelenmektedir. Bu, emekçilerin toplumsal düzende egemen güç haline dönüşmesi demektir.  Başka bir deyişle toplumsal düzenin temelden bir değişiklik geçirmesi demektir.

“Halkın kendini yönetmesi” çalışma koşullarının düzenlenmesinden yerel yönetime ve devlet yönetimine kadar toplumsal yaşamın her düzeyinde ve kesiminde gerçekleşmelidir.

Bu “demokratik sol”un en etkili yöntemlerinden birisi olan  “Özyönetim”in toplumun her kesiminde ve her düzeyinde giderek egemen olmasını anlamını taşır. Halk ne kadar büyük ölçüde yönetime katılırsa, sermayenin kendi çıkarını topluma kabul ettirme olanakları o oranda azalacaktır.

Sömürü diye nitelendirdiğimiz olgu, üretim araçlarının devletleştirilmesi ile sona ermez.

Önemli olan üretim araçlarının mülkiyetine kimin sahip olduğu değil, yaratılan artı değerin nasıl kullanılacağına kimin karar verdiğidir. İşte ekonomik güç budur ve bu gücü ellerinde bulunduranlar da egemen sınıfı veya sınıfları oluşturur.

Bir toplumda ekonomik güç küçük bir sermayedar kesimin elinde biriktiğinde de, devletin elinde tekelleştiğinde de gerçek bir demokrasiyi kurmak zorlaşmaktadır. Tüketim araçları devletleştiğinde, bu kez belirli bir tekno-bürokrat kesim artı değerin nasıl kullanılacağına karar verme yetkisini eline geçirmektedir. Her iki durumda da niteliği değişen azınlıkların kendi çıkar ve dünya görüşlerini toplumun geri kalan kesimlerine açık veya kapalı bir baskı süreci ile kabul ettirmesidir söz konusu olan.

İşçi, emeğinin ürünü üzerinde doğrudan karar sahibi olmadıktan, başka bir deyimle sömürü sürdükten sonra, sömüren ülkenin krallık veya cumhuriyetle yönetilmesi, sömürülen açısından neyi değiştirir?

Oysa emeğin yarattığı değerin nasıl kullanılacağına yine o değeri yaratanlar kara verirse, üretim aracının mülkiyetinin kime ait olduğunun fazla bir önemi kalmayacağı  açıktır. Böylece, sermayenin egemen olduğu bir düzenden emeğin egemen olduğu bir düzene geçilmiş olacaktır. İşte “halk sektörü” anlayışını da bu çerçeve içinde değerlendirmek ve sermayenin ekonomik gücünü dengeleyerek egemenliğini önlemenin bir başka süreci olarak kabul etmek gerekmektedir.

Tutarlılığa Ulaşış

Ne var ki, amaç olarak bu derecede ileri bir noktayı gösteren CHP programının, bulduğu çözümlerde henüz aynı derecede cesur olduğu söylenemez. Örneğin özyönetim sadece devlet kesimlerindeki işletmelerin kamu işlevi önceliği taşımalarında öngörülmektedir. Kamu hizmeti işlevi öncelik taşıyan işletmeler için bulunan çözüm, çalışanların yönetime katılmasıdır. Özel kesimde işçinin etkinliğini sağlayacak bir öneri ise programda yer almamaktadır.

Bu nokta ilk bakışta bir eksiklik gibi görünüyorsa da, aslında Ecevit’in çizdiği “demokratik sol” çerçeve içinde değerlendirildiğinde, oldukça tutarlı olduğu sonucuna varılabilir. Kamu kesiminde başarılı olacak bir uygulamanın ve bu yoldan işçilere sağlanacak bazı hakların zamanla öbür kesimlerdeki işçileri de etkilememesi düşünülemez. Özyönetim ilkelerinin giderek toplu sözleşmelere girmesi ve hatta yasalaşması beklenir bir gelişme olacaktır. İşçinin üretim ve dağıtımla ilgili kararlarda bu derecede etkin olduğu bir düzende grevlerin çok alt bir düzeye inmesi ve çalışma yaşamında barışın sürekliliği de doğallık kazanacaktır.

Kamu görevlilerine sendika ve toplu sözleşme hakkının tanınması, toprağı kendileri işlemeyenlerin ellerinde tarım toprağı bulundurmamaları, lokavt hakkının kaldırılması, iç ve dış ticarette etken kamu pazarlama örgütlerinin kurulması gibi erekler. CHP’nin yeni programının temel çerçevesini tamamlar gibi görünmektedir. Fakat en az bunlar kadar önemli olan bir başka nokta, emekçi kesimlerin partinin tabanında ve tavanında etkin olabilmesi için yeni bir tüzükle geçiştirilmeye çalışılan önlemlerdir. Çünkü bir hareketin ideolojisini, o hareketin toplumsal tabanının gereksinimleri belirler. Eğer gerçekleşirse böyle bir toplumsal taban, CHP’nin yeni programında net olarak çizilen devrimci amaçları en sağlam güvencesi olacaktır.

Değerlendirmede Usçuluk

Bütün bu bilimsel gerçeklere karşın, daha solda bazı siyasal hareketlerden gelen ve CHP’nin yeni programının yeterince solda olmadığını öne süren görüşleri anlamak kolaydır. Bu eleştiriler sadece ideolojik farklılıkların değil, aynı toplumsal sınıfları kendi yakınına çekme zorunluluğundan da doğmaktadır. Fakat bazılarının yaptığı gibi yeni programı bilim adına “liberal doktrin” içine sokmaya çalışmanın anlaşılacak yanı ve olanağı yoktur.

Yeni CHP’nin ideolojisi ne klasik anlamı ile liberal, ne de Ortodoks anlamı ile marksisttir. Maddeci diyalektiğin yasalarına dayanarak bir takım eleştiriler yapmak isteyenlere bir gerçeği hatırlatmakta yarar görüyoruz: Eğer kapitalizm “tez” ve sosyalizm “anti-tez” ise, demokratik sol da “sentez”dir. Bu tarihsel sentezin içinde elbette ki tezden ve karşı-tezden bazı parçalar bulunacaktır. Ama kapitalizm ve sosyalizmi bazı katı kalıpların dışında düşünemeyenler için, günümüz dünyasındaki  evrimleri ve bunun bir yansıması olan CHP programının gereği gibi değerlendirmek zordur.

“CHP piyasa mekanizmasını korumayı öngörüyor, öyleyse bu düzenin sadece akıllı bir savunucusudur” temasını işleyenlerin, en azından Yugoslavya’daki “Pazar sosyalizminin aslında bir tür kapitalizm olduğunu savunmaları gerekmez mi?

Orijinal Görsel

Yorum Yaz

Yorum yaz