Anasayfa » Fransa’dan Türkiye’ye…

Yazı Hakkında

Başlık: Fransa’dan Türkiye’ye…
Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi (s.3)
Tarih: 24 Mart 1995, Cuma

Yazı

HAFTAYA BAKIŞ

AHMET TANER KIŞLALI

Fransa’dan Türkiye’ye…

Yaşlı Fransa konuşurken salonda sinek uçsa duyulabilirdi.

Türkiye’ye ilk kez 1935 yılında geldiğini anlatarak başladı sözlerine… Sakız adasından, bir Yunanlı balıkçının teknesiyle Çeşme’ye geçmişti. Döviz bozdurması gerekiyordu. Gümrük memuruna sormuştu:

– Banka nerede var?

– İzmir’de.

Peki İzmir’e kadar gitmek için parayı nereden bulacaktı? Çaresizdi Ama gümrük memuru, cüzdanını çıkarıp içindeki parayı kendisi ile paylaşmakta bir an bile tereddüt etmemişti. Ve eklemişti:

– İzmir’e gidip dövizinizi bozdurduğunuzda, bana
olan borcunuzu falanca adrese bırakırsınız…

★★★

Marcel Colombe, daha sonraları Türkiye’ye defalarca gelmiş bir Türk dostu idi. Türkçeyi de çok güzel öğrenmişti.

Çeşme’den İzmir’e gittiğinde başında bir bere vardı. Kordon boyunda gezinirken iki jandarmanın kendisini durdurduğunu anlattı. Bere giymenin yasak olduğunu söylemişlerdi.

1937’de, Türkiye’de gazetelerin bir tür sözlük işlevi gördüğünü anımsıyordu. Her gün, yazılı dildeki Arapça ve Farsça sözlüklerin Türkçe karşılıkları yayımlanıyordu…

Arapça da bilen ve bir “Doğu uzmanı” (Şarkiyatçı) olan Sayın Colombe, Mustafa Kemal’in İslam dünyasındaki etkilerinden örnekler verdi; İran’dan Mısır’a Cezayir’e kadar.

Ama Mustafa Kemal’den açıkça etkilenmiş olan bu ülkelerin aydınları ve devlet adamlarının, Mustafa Kemal kadar ne güçleri ne de cesaretleri vardı. Türkiye ve Suudi Arabistan iki ucu oluşturuyordu. Diğer İslam
ülkeleri, ikisi arasında bir yol seçmişlerdi…

★★★

Konuşma Metz’deki Technopole’de yapılıyordu.

Konu “Fransa ‘da ve Türkiye’de Laiklik” idi. Her iki
ülkeden üçer konuşmacının katıldığı bir günlük bir
“kolokyum” söz konusuydu.

Ve Sayın Colombe, ilgi ile izlenen konuşmasını karamsar bitirdi;

Türkiye geriye gidiyor!

Son gelişinde, gittiği lokantanın duvarında Atatürk resmi yoktu. Bir kez daha görmek istediği Dolmabahçe Sarayı’nı gezdiren rehber ise Atatürk’ün öldüğü odayı turistlere şu sözlerle tanıtmıştı:

– Son Osmanlı paşası, bu odada sirozdan öldü…

Marcel Colombe, Türk İslamcıları açısından da karamsardı. Mısır’ı “40 yıl geriden” izlemekten öte gidemediklerini söyledi.

Mustafa Kemal, dönemin İslam düşüncesini incelemiş ve bunlardan yararlanmıştı. Ama bugünün Türk İslamcıları, bir Cemalettin Afgani‘yi aşamamışlardı.

★★★

Türkiye’den Ali Bulaç, Ömer Laçiner ve benim katıldığım toplantıyı, eski bakanlardan Jean Laurain yönetiyordu. Açış konuşmasında laikliği şöyle tanımladı:

Kamu yaşamını bozmamak kaydıyla, herkesin inancına göre yaşaması. “

İnançsız olanın da haklarına saygı göstermek gerekiyordu. Bu nedenle de bir dönem Fransa’da kiliselerin çan çalmaları bile yasaklanmıştı.

Fransız konuşmacılardan birisi ise konuşmasını
şöyle noktaladı:

– Fransa’da laik eğitimin amacı, cumhuriyetçi bir bütünleşmeyi sağlamaktır. Örneğin cinsiyetleri arasında eşitlik bu çerçevede yer alır. Bazı kız babaları çıkıp da ‘Biz çocuğumuzun jimnastik, müzik ya da
biyoloji dersini almasını istemiyoruz’ diyemez!

Salonda bulunan Türkler, bizim Fransa’dan daha özgürlükçü olduğumuzu düşünerek herhalde çok gurur duymuşlardır.

Malum… Bizde ufak bir “sinüzit” raporu alan parmak kadar kızlar, sınıfa kara çarşafla bile girebilirler. İsterlerse felsefe dersini bile almayabilirler. Ama 72 inançtan kimse çıkıp da “Biz çocuğumuzun din dersi almasını istemiyoruz” diyemez!

Aslında jimnastik, çarşafla yapılamadığı için zararlıdır. Müzik insanın aklını çeldiği için zararlıdır. Biyoloji zaten muzır sayılır. En zararlısı ise felsefedir.

Çünkü felsefe, çok yönlü düşünebilmeyi öğretir.

Doğrunun tek olmadığını öğretir.

Ve elbette ki “laiklik“te falan bağdaşmaz(!).

Orijinal Görsel

Yorum Yaz

Yorum yaz