Anasayfa » Millet Meclisi 5. Dönem 13. Cilt 113. Birleşim
TBMM Konuşmaları

Millet Meclisi 5. Dönem 13. Cilt 113. Birleşim

Yazı Hakkında

Başlık: Millet Meclisi 5. Dönem 13. Cilt 113. Birleşim
Kaynak: Türkiye Büyük Millet Meclisi Tutanak Dergisi
Tarih: 22 Şubat 1978, Çarşamba

Yazı

…ileriye sürdükleri mili kültüre, yani ulusal kültüre onlardan daha çok sahip çıkıyoruz. Bir Yunus’u, bir

Karacaoğlan’ı çağdaşlaştıran ve çocuklarımıza anlatan biziz. Pir Sultan’ı ortaya koyan biziz. Bir büyük

ozanımız, gerçekten bütün öz dilimizi işleyerek, en güzel kurtuluş savaşımızı ve insanımızı anlatmıştır.

Onun için, gerçekten gerçekten yana olanlar, gerçekten insanını sevenler, halkın diliyle onun dertlerini

dile getirebiliyorlar. Bütün ulusal kültürümüzün çağdaş anlamda ortaya çıkabilmesi, bütün bu değerlerimizin ortaya çıkarılması, ona yeni bir yorum getirerek yeni bir çağdaş kültür yaratmamıza bağlıdır.

Sözcü diyor ki, «Baleye karşıyız, operaya, orkestraya karşıyız» uçağı alacaksın, otomobili atacaksın, tekniği atacaksın, düşüncelere kapıyı kapatacaksın. Romanı da biz dışardan aldık, birçok değerleri dışardan aldık, gücümüz varsa, biz de dışarıya bir şeyler götürelim. Elbette kültür alışverişi

olacaktır. Biçimleri oradan alacaksın; ama halkına dayanıp özü sen o biçim içerisine getireceksin, öyle

bir bale öyle bir opera yapacaksın ki, Anadolunun ortasında, Anadolu kendi sorununu o balede, o operada, o müzikle, o ezgide kendisini görecek. Yoksa, bunu ben yaratmıyorum, bu benden gelmiyor diyecek olursan, 20 nci Yüzyılda yaşarsın, kafan iki bin yıl öncesinin düşüncesini taşır.

 

BAŞKAN — Sayın Gazalcı, lütfen toparlayın  efendim, lütfen.

MUSTAFA GAZALCI (Devanda) — Biz, tüm geçmiş değerlerimize sahibiz. Kültür ve uygarlık alanına kim ne getirmişse, ondan onur duyuyoruz. Ulusal kültürü, bu değerlerin üstünde koruyacağız ve yeni insanımız, gelişen Türk toplumu bu ulusal kültürümüze yeni yorumlar getirerek, yeni eklemeler yapacaktır. Kültür Bakanlığımızın olumlu girişimlerinde sözden işe geçmesini bekler, bu yolda bütün gücümüzle kendilerini destekleyeceğimizi söyler, değerli Kültür Bakanlığı mensuplarına ve değerli milletvekillerine içten saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN — Sayın Gazalcı, teşekkür ederim. Kültür Bakanı Sayın Ahmet Taner Kışlalı. Buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar) Sayın Kışlalı, konuşma süreniz 30 dakikadır, buyurun.

 

 

KÜLTÜR BAKANI AHMET TANER KIŞLALI

(İzmir) — Sayın Başkan, Yüce Meclisin sayın üyeleri;

Kültür Bakanlığı Bütçesi üzerinde konuşan sayın üyelerin tümüne teşekkürü bir borç bilirim.

Değişik nedenlerden dolayı kendilerine ayrı ayrı teşekkür etmek isterim.

 

Cumhuriyet Halk Partisi Grupu adına konuşan Sayın Burhan Galip Şavlı’ya ve şahsı adına konuşup

Sayın Mustafa Gazalcı’ya Bakanlığımız Bütçesi nedeniyle bu konuya getirdikleri katkılardan, tuttukları ışıktan dolayı teşekkür ederim.

Milli Selâmet Partisinin Sayın  sözcüsü Hasan Seyithanoğlu’na kullandığı arı dilden dolayı teşekkür ederim.

Milli Hareket Partisi sözcüsü Sayın Kösoğlu’na belli bir görüş açısını ortaya koyduğu için teşekkür ederim.

İSMAİL AKIN (Afyonkarairisar) — Çağ dışı düşünceli olduğu için.

 

KÜLTÜR BAKANI AHMET TANER KIŞLALI

(Devamla) — Adalet Partisinin Sayın sözcüsü Ömer

Barutçu’ya, bana bazı konuları enine boyuna açıklamak olanağını verdiği için teşekkür ederim.

İsterdim ki, bu teşekkürüm Cumhuriyet Senatosunda Bakanlığımın Bütçesi görüşülürken yaptığım gibi, bir adım daha ileri gitsin. KeKndilerine kullandıkları üslûptan dolayı da, eleştirilerindeki ölçülülükten dolayı da teşekkür edebileyim.

 

İsterdim ki, ikide bir benim çarpık düşünce taşıdığımı bu kadar sık tekrarlamasın.

 

Arkadaşlar, zaman zaman bir bilim adamı gibi konuşursam beni hoş görün.

 

Bir düşüncenin çarpıklığı neye göre saptanır?

Onu ileri süren kişinin düşüncesine göre saptanır.

Ama, eğer bir an için benim düşüncemin doğru olduğunu kabul ederseniz, o kişinin düşüncesi çarpık olur.

 

Milliyetçilik konusunu muhalefet partisine mensup arkadaşlarımız çok sık bir biçimde bu kürsüye getiriyorlar. Milliyetçiliğin ne olduğunu asri boyutlarına indirgeyerek burada ortaya koymak olanağını bana verdikleri için bir kere daha teşekkürü borç bilirim.

 

Milliyetçilik, biliyorsunuz 18 nci yüz yılın sonunda imparatorluktan ulusal devlete geçişte öncülük etmiş bir ideolojidir. Kökü dışarıda olan hanedanların yıkılması için, ulusal burjuvazinin gereksinmelerine cevap olan bir ideoloji olarak ortaya çıkmıştır. Zaten ideoloji, toplumsal bir sınıfın gereksinmelerine cevap veren tutarlı bir inanç sistemidir. Ama, başlangıçtaki sınıfsal yanına karşın, milli yetçilik bir ideoloji olarak ulusculuk, ortak koşulları paylaşan, aynı toprak üzerinde yaşayan insanların, paylaştıkları ortak koşulların bir sonucu olarak, onların dayanışma duygusuna cevap veren, o gereksinmeye cevap veren bir ideolojidir.

Bu yanıyla sınıflar üstü olmak gerekir. Başlangıçta burjuvazinin gereksinimine cevap olarak doğan bu ideoloji, izin verirlerse bugün emekçi sınıfların gereksinmelerine daha çok cevap vermeye başlamıştır. Ben, çağımızda ancak solcuların gerçek anlamda milliyetçi olabileceklerini söylediğim zaman buna alınmışlar. (CHP sıralarından alkışlar.)

Bu, bir değer yargısı değildir, bu, bilimsel bir gerçeğin ifadesinden ibarettir.

Çağımızda sağ, sermayeyi temsil eder. Çoğulcu demokrasilerde nasıl çeşitli çıkarlar eşit bir düzeyde karşı karşıya gelmek olanağını bulursa ve bu çeşitli çıkarların temsilcisi olan siyasal örgütler ortaya çıkarsa, sermayeyi temsil eden siyasal partilerin örgütleri de sağcı örgütlerdir.

 

Sermayenin uluslararası bir nitelik kazandığı bir dönemde, – beni hoş görsünler – ne kadar isterlerse istesinler, – iyi niyetlerine de inanıyorum – sağcı partileri temsil edenlerin milliyetçi olmalarına olanak yoktur. (CHP sıralarından, «Bravo» sesleri, alkışlar. AP sıralarından, «Ne biçim konuşuyorsun?» sesleri, gürültüler.)

Efendim, biz sizi… (AP sıralarından gürültüler.)

BAŞKAN — Sayın arkadaşlarım, lütfen sükûnetle dinleyiniz. Rica ediyorum, Hatibin söz hürriyetini kesmeyiniz, rica ediyorum.

 

ALTAN TUNA (Çanakkale) — Sağcılık yağcılıktan kötüdür.

 

BAŞKAN — Sayın arkadaşlarım, siz de işi bütünüyle karıştırıyorsunuz, rica ediyorum.

 

KÜLTÜR BAKANI AHMET TANER KIŞLALI

(Devamla) — Sayın arkadaşlarım, nasıl ki, «Ben ressamım» demekle bir insan ressam olamazsa, «Ben

milliyetçiyim» demekle de bir insan milliyetçi olamaz. Böyle bir dönemde, biraz önce değindiğin

nedenlerle, sağcıların artık milliyetçi olma şansını büyük ölçüde yitirdikteri bir dönemde, hoş görsünler, kendilerinin kullandıkları sözcüğü kullanacağım, beynelmilelciliği veya enternasyonalcılığı artık solcuların arasında değil, kendi aralarında aramak zorundadırlar.

 

Milliyetçilik bayrağını yarım yüzyıldır taşıyan bir partinin temsilcisi olarak karşınızdayım. Kesinlikle

ifade edeyim, bu bayrağı yarım yüzyıl şerefle taşıdıktan sonra tutucu görüşe bırakmaya niyetimiz ve

isteğimiz kesinlikle yoktur.

 

Nasıl bir milliyetçilik istiyorsunuz? Bu soruyu izninizle sormak zorundayım. Milliyetçilik, tutucu

da olabilir, ilerici de olabilir. Eğer iç sömürüyü gizlemeye yönelik bir milliyetçilik anlayışını savunuyorsanız, yani, bir sınıfın başka bir sınıfı sömürmesini gözden saklamak için, yüzeysel bir dayanışma sağlamak için milliyetçiliği bir araç olarak kullanıyorsanız, bu, tutucu bir milliyetçiliktir. Ama, eğer bir ulusun başka bir ulusu sömürmesini veya bir ulusun içindeki küçük bir azınlığın başka bir ulusu sömürmesini önlemek için milliyetçilik silahına sarılıyorsanız, bu ilerici bir milliyetçilik anlayışıdır.

Başka ulusları egemenlik altına almak isteyen milliyetçilik tutucudur, gericidir. Bir ulusu ezilmekten, sömürülmekten kurtarmak için, bizim 1974’de Kıbrıs’ta yaptığımız gibi, milliyetçilik silahına sarılıyorsanız, bu ilerici bir milliyetçiliktir. Istırapları dindirmeye, insanlara mutluluk getirmeye yönelikse, milliyetçilik ilericidir. Yeni ıstıraplar yaratmaya, bireyleri bir sürünün parçaları gibi görmeye, insanı Devlete feda etmeye yönelikse, tutucudur. İnsancıl olmayan bir milliyetçilik anlayışına biz yer veremeyiz, Devlet insan için vardır. yoksa, insan Devlet için var olmuş değildir. Atatürkçü milliyetçilik budur, bizim savunduğumuz milliyetçilik budur, Kültür Bakanlığının ulusal kültür politikasına ışık tutacak olan milliyetçilik de budur sayın arkadaşlarım. (CHP sıralarından alkışlar)

 

Kültür politikamız yalnız ulusal değildir, yalnız  milliyetçi değildir; aynı zamanda demokratiktir. Çeşitli demokrasi anlayışlarının olduğunu siz de benim kadar bilirsiniz. İkide bir muhalefete mensup sayın  arkadaşlarım, Kültür Bakanlığının bazı işlevlerini özel kuruluşlara devretmeyi düşündüğümüzü açıkladığım için beni eleştiriyorlar. Bana Anayasadan bile örnek vermeye kalkıyorlar. Bu bizim yalnız milliyetçilik anlayışımızın değil, aynı zamanda demokrasi anlayışımızın da sonucu olan bir karardır.

Biraz önce söyledim, ideolojiler sınıfsaldır, milliyetçilik hariç. Siyasal iktidarlar da mutlaka bir tabana dayanırlar. Senato da söylemiştim, izninizle bir daha tekrarlayayım, Napoleon Bonaparte’in ünlü bir sözü vardır: «Süngülerle her şey yapılabilir, üzerine oturulamaz» der. Ancak toplumsal bir taban üzerine oturulur ve ancak o toplumsal tabanın eğilimleri, gereksinmeleri yönünde hareket ettiğiniz zaman, onun olanaklarına uyarak hareket ettiğiniz zaman belirli bir yere kadar gidersiniz veya gidemezsiniz. Bu demektir ki, her siyasal iktidar belirli bir toplumsal tabanın, dolayısıyla da o tabanın ideolojisinin savunucusudur. Eğer siz gerçekten milliyetçi, gerçekten demokratik bir kültür politikası istiyorsanız, benim bu sözlerimi, benim Kültür Bakanlığının bazı işlevlerini özel kuruluşlara devretme isteğimi sizin de desteklemeniz gerekir. Bu demektir ki, değişen siyasal iktidarlara göre, hatta o siyasal iktidarlar içindeki değişen bazı gruplara göre kültüre yön verme için sizin araç olarak kabul ettiğiniz ideoloji değişmesin demektir. Her iktidar değişikliğinde devlet bu kez başka bir ideolojiye göre kültüre yön vermeye kalkmasın demektir. Bu demektir ki, çoğulcu demokrasinim gerekleri yerine gelsin demektir.

 

Nedir çoğulcu demokrasi? Biraz önce de söyledim, çoğulcu demokraside bir toplumda çıkarları birbiriyle çatışan, çıkarları birbirinden farklı olan grupların, sınıfların varlığı kabul edilmiştir. Ve çoğulcu demokrasi hedef olarak bu çıkarlar arasında bir denge kurmayı kendine seçmiştir. Eğer siz bunu kabul etmez de ulusal olması gereken, demokratik olması gereken kültür politikasına siyasal iktidarın ideolojisi yönünde yön vermeyi kabul ederseniz o zaman çoğulcu demokrasinin ana gereklerinden bir tanesini reddetmiş olursunuz. Devleti, Devlet gücünü belirli bir sınıfın ideolojisine bağlamış, belirli bir sınıfın kendi ideolojisini kendi halk kültürünü tüm topluma kabul ettirmesini desteklemiş olursunuz ki, bunun çoğulcu demokraside, sizin ve bizim kabul ettiğimiz demokraside yeri yoktur.

FERHAT ARSLANTAŞ (İzmir) — Derstir, bu dersi dinlemek lâzım.

 

BAŞKAN — Efendim sizler gibi herkes dinliyor. Meseleyi kesmeyelim. Devam edin Sayın Bakan.

 

KÜLTÜR BAKANI AHMET TANER KIŞLALI

(Devamla) — Sayın arkadaşlarım, halktan korkmayan kişilerin özerklikten korkmaları söz konusu olamaz. Ben özellikle sayın Adalet Partili arkadaşlarımın henüz halktan korkacak bir noktaya varmadıklarını düşünerek, özerklikten korkmayacaklarını ummak istiyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

 

Demokraside seçkinlerin diktasına yer yoktur. Seçkinlerin kendi ideolojilerini toplumun tümüne kabul ettirmeleri ancak faşist rejimlerde bir ilke olarak alınabilir, onun dışındaki rejimlerde alınamaz.

 

KEMAL DOĞAN (Kayseri) — 5,5 milyon rey var ama?

 

KÜLTÜR BAKANI AHMET TANER KIŞLALI

(Devamla) — Bizim kültür politikamızın hedefi özgür bir insan dediğimiz zaman, arkadaşlarımız alındılar. Kültür politikamızın insanı «Özgür, barışçı, kendini yenileyen, insancıl, kendi mutluluğunu, önce kendi toplumunun daha sonra giderek tüm insanların mutluluğunda bulan bir insandır» dediğimiz zaman bundan alınıyorsunuz.

Bana söyler misiniz, bu niteliklerden hangisine itirazınız var? Özgürlükle özgür olmasına mı Sayın Barutçu beni hoş görsün. Benim bu kültür politikamızın hedefi tanımlayan sözlerimi eleştirirken dedi ki «Özgür olup da ne olacak yani? Marksist insan mı olacak?» Siz Marksizme, bugün ulaştığı düzeyin çok ötesinde bir katkıda bulunmuş oluyorsunuz gibi geliyor bana.

 

ÖMER BARUTÇU (Zonguldak) — Öyle demedim, rica ederin Sayın Bakan.

 

KÜLTÜR BAKANI AHMET TANER KIŞLALI

(Devamla) — Bu bizim kültür politikamızın hedefi tekrar ediyorum; bu tanımın içinde kendini bulan insandır. Bu insan hiç korkmayınız, geçmişinden kopmuş bir insan olmayacaktır. Bu dürüstlüğünü, çalışkanlığını, mertliğini, yurt sevgisini, insan sevgisini kendi zengin geçmişinden alan; ama çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak zorunda bulunan bir toplumun gereklerine yönelik bir insandır.

Birinci yanıyla ulusaldır; ama hedefiyle evrenseldir. Geçmişle, geleceğin bir sentezidir bu insan. Geçmişin izlerini, geleceğinse tohumlarını içinde taşıyan bir insan olacaktır bu. Başkası zaten olamaz, başkasının olacağını söylesek de bilimsel gerçeklere ters düşer bu.

 

Sayın arkadaşlar, ancak kendi geçmişinden kopmadığı ölçüde, ancak kendi kültür mirasına sahip çıktığı ve ona katkıda bulunduğu ölçüde insan evrenselleşse de, o evrenselleşmeye, evrensel uygarlığa katkıda bulunabilir. Kendi geçmişinden koparsa, kendi kültürel dayanaklarından koparsa; o insan evrenselleştiği anda yeni bir uygarlığın içerisine girdiği anda o uygarlığı benimseyen ama o uygarlığa katkıda bulunamayan, katılamayan insan durumuna düşer.

Sayın Kösoğlu beni hoş görsünler; Anayasanın kültürel planlamayla ilgili maddesini, özelikle Üniversitedeki uzmanlık alanının bir bölümünü, Anayasa Hukukuna ayrılmış bir insan olarak biliyorum. Onun olmasında gerek yok, herkes biliyor, hepimiz biliyoruz. Bizi gelişmekte olan diğer ülkelerden ayıran en büyük özelliği burada tekrarlamakta yarar var; Hiçbir zaman en azından siyasal alanda sömürgeleşmemiş, bağımsızlığını yitirmemiş bir ülkenin, bir ulusun mirasçısıyız. Eğer demokrasiyi tüm olumsuz koşullara karşın hâlâ yürütebiliyorsak bunu biraz da buna borçluyuz.

Büyük imparatorlukların mirasçısı olmanın bir avantajıyla siyasal bakımdan beğensek de, beğenmesek de çok kültür kurumlarımız var. Toplumsal bakımdan da var, hatta ekonomik bakımdan da var; ama ne yazık ki kültürel bakımdan o kurumları bir yerin ötesine götürmek çabasını göstermemişiz.

Atatürk dünyada ilk kültür devrimini gerçekleştiren insandır, önce insanı değiştirerek, o değişen insana dayanıp toplumu daha ileri bir düzeye götürmek istemiştir ve bunu da büyük ölçüde başarmıştır.

Atatürk o kültür devrimini yaparken kurumsallaşmaya çok büyük bir önem vermiştir. Türk Tarih Kurumunu kuran, Türk Dil Kurumunu kuran, Konservatuvarı kuran Atatürk’tür. Ama Atatürk’ün ölümünden sonra birçok konuda yaptığımız gibi, kültür konusunda da biz Kemalizmi, Atatürk’ün gerçekleştirdiklerinin bekçiliği şeklinde anlamışız, o bekçiliğe büründükçe de Atatürk’ün başlattığı devrimi bir yerde dondurmuşuz, sürdürememişiz. İşte başlayan o devrimi bu Hükümetin bir üyesi olarak ve bu Hükümete destek olan grup olarak, o grupun toplumdaki tabanı olarak biz tamamlamak azmindeyiz ve kararındayız arkadaşlarım. (CHP taraftarından alkışlar)

Bizim kültür alanındaki kurumsallaşmamız üç düzeyde olacaktır: Önce kültür mirasımızı değerlendirmek için bir kurumlaşma düşünüyoruz, sonra bu mirası araştırmayla geliştirmeye yönelik bir kurumlaşma düşünüyoruz ve nihayet bunun ürünlerini topluma yaygın bir biçimde adaletli bir biçimde, mümkün olduğu kadar eşit bir biçimde yaymak için bir kurumlaşma düşünüyoruz.

Burada söz alan hemen tüm konuşmacılar dil konusuna da değindiler ve işin garip yanı, dil konusuna değinen, dildeki anlaşmayı eleştirenlerin çoğu kendileri de oldukça öztürkçe kelimeler kullandılar. Bir yandan Atatürk milliyetçiliğini savunduklarını söylerken bir yandan dildeki arılaşmanın bizzat Atatürk tarafından başlatıldığını unuttular.

 

Atatürk’ün nutkunu 1926’duki metinle bugün anlayamıyoruz. Doğrudur, ama unutmayın ki, 1926’da o nutku halk da anlamıyordu. Atatürk’ün büyüklüğü, bunu görmesinde ve bugünün gereklerini yerine getirmek için en cesur adımı atmasındadır. O zamanki halkta bugünkü halk, hatta Yunus Emre’nin yaşadığı dönemdeki halk aynı dili kullanıyor.

Çarpıklık onda değil, o zamanki aydınla, Yunus Emre dönemindeki aydınla bugünkü aydın aynı dili konuşmuyor. Çarpıklık buradadır. Biz gerçek halkçı olduğmuzu, gerçek milliyetçi olduğumuzu dilde de      gösteriyoruz. Halkla aramızdaki kopukluğu gidermek için, halkın anlayacağı bir dile aydınlar düzeyinde de ulaşmak için çaba gösteriyoruz. Hepiniz biliyorsunuz. Alay etseniz de etmeseniz de, Sayın Ecevit’in kullandığı «olasılık» «olanak» kelimelerini Saym Ecevit’in dilini halk anlıyor, ama Kültür Bakanlığının eski mensupları beni hoş görsünler. Kültür Bakanlığının yani Devletin olanaklarıyla çıkarılan Milli Kültür Dergisinin dilini halk anlamıyor.

 

Siz «Toplum» dediğiniz zaman halk anlıyor ama, «Cemaat» dediğiniz zaman, «Cemiyet» dediğiniz zaman, «İçtimaiyat» dediğiniz zaman ne halk anlıyor ne de bugünün gençliği anlıyor. (CHP sıralarından «Bravo» sesleri, alkışlar)

RECEP ÖZEL (İstanbul) — «Dinlence» den kimse bir şey anlamıyor Sayın Bakan.

KÜLTÜR BAKANI AHMET TANER KIŞLALI

(Devamda) — Sayın Adalet Partisi sözcüsü, Milli Kültür Dergisini benim bir emrimle durdurduğumu, bazı araştırma kurullarını lağvettiğimi söyledikten sonra diyor ki, «Korkmadan, cesaretle bizim bıraktığımız yerden devam etsinler» diyor. Beni hoş görün sizin bıraktığınız yerden devam edersem kendi kendimi inkâr etmiş olurum, bana güven göstermiş olanları hayal kırıklığına uğratmış olurum. Daha da ötesinde ulusal demokratik bir kültür anlayışına ihanet etmiş olurum, örneklerini vereyim, o Milli Kültür Dergisini ben durdurmadım. Yayınlarını, içeriğini değiştirerek üç ayda bire indirerek        devam edeceğiz ama, o sizin savunduğunuz Milli Kültür Dergisinin aslında neleri savunduğunu size göstermek için, kısa bir iki örnek vermek isterim:

 

«Binaenaleyh, Kontenjan Senatörü olarak tercih edilen zatların, tefrikten sonra, bir partinin kadrosunda resmen yer almaları veya alenen ağırlık koymaları halinde, Senato üyeliklerinin sakıt olacağı hususunda Anayasada ve Seçim Kanununda bir hükmün bulunmaması veya bir teamül teessüs etmemiş olması, kanaatimizce mühim bir eksikliktir.» Kim diyor bunu? Kültür Bakanlığının sayın müsteşarı diyor. Nerede söylüyor? Devletin parasıyla basılan bir yayın organında söylüyor. Size sorarım ben: Bu bir kültür hizmeti midir? Yoksa, bir devlet memurunun Devlet olanaklarını kullanarak, siyaset yapması mıdır? Siz buna izin verebilirsiniz; ama benim Devlet anlayışım buna izin vermeme olanak tanımıyor.

Size başka bir örnek daha vermek isterim: «Birmuhafazakâr olarak ben, siyasi bir insanın en iyi  durumda bana ne gibi iyilikler sağlayacağını değil, – Dikkatinizi çekerim – bu siyasi insanın en kötü durumda bana yapabilecekleri kötülükleri, asgari hadde tutmak için ne gibi şartların gerekeceğini düşünüyorum.» Yani, Kültür Bakanlığının Devletin olanaklarıyla yayınladığı bir dergide rejimin temeli olan, siyasal insana inançsızlığın o insana kötülüklerinden nasıl korunması gerektiğinin savunulması yapılmaktadır, benden, buna mı izin vermemi istiyorsunuz? Bu mudur sizin milliyetçilik anlayışınız? Bu mudur demokrasi anlayışınız?

 

Başka bir yazıyı izninizle okuyayım: «Ortaya atılışından beri sol zihniyet, sol ideoloji, sol rejim, sol rejim olarak vasıflandırılan Marksizm – aradaki kısımları atlıyorum » diyor. «Bilindiği gibi, bu sol ideoloji mukaddesatı, milleti, milliyeti, gelenekleri tarih bağını, ecdat hatıra ve bağlılığını, ve hasıl bütün manevi değerleri aile gibi, mülkiyet gibi, mülkiyet hakkı gibi, vatan gibi realiteleri ret ve inkâr ederek veya küçümseyerek, nazarlarda küçülterek, her şeyi iktisadi esaslara ve maddeye bağlamaktadır» sayın arkadaşlarım, rica ederim, çoğulcu bir demokraside, Devletin yayınladığı bir yayın organında, kültürü geliştirmek amacıyla yapılan bir yayında, ideolojik bir tartışmanın içine, bu biçimde girilmesini haklı görmeye olanak yoktur.

Başka bir yazı; «Dil Devriminin gayeleri şunlardır :

  1. Bütün millî kültürle ilgiyi kesmek. Dünkü, yani komünist olmayan yazarları okunmaz hale getirmek. Komünist yazarları okunabilecek tek kaynak halinde bırakmak. Çocuğu ana babasıyla anlaşmaz kılmak.
  2. Türkiye Türk’ünün dilini dışarıdaki 60 milyon Türk tarafından anlaşılmaz hale getirmek. Bu doğrudan doğruya Moskova’nın planıdır. Esasları 1926’da Bakü’de tespit edilmiştir.
  3. Dili fakirleştirmek, kelimeleri azaltmak, nüans farkı olan – nüans kelimesine dikkatinizi çekerim – birkaç kelimenin yerine, tek kelime koymak, mesela vakıa, vaka, hadise gibi üç ayrı mefhumun karşılığında, yalnız olay demek.»

Tüm yanlışlıkları bir yana bırakıyorum sayın arkadaşlarım, vakıanın karşılığının «olgu» demek olduğunu bile, bilmekten aciz olan bir kişinin, bu dergide başyazı yazmasını herhalde bir Bakan olarak hoş görmemi benden bekleyemezsiniz.

Son bir örnek daha vererek, zamanınızı daha fazla almak istemiyorum.

«İman, dil ile ikrar, kalp ile tasdiktir. Kalp ile tasdik etmeyen kimse mümin sayılmayacağı gibi, herhangi bir tehlike ve engel olmadığı halde, imanını diliyle ikrar etmeyen kimseye de mümin gözüyle bakılamaz. Bir kimsenin mümin olduğuna dair hüküm, o kişinin itirafına ve uygulamasına bakılarak verilir. İman esaslarına inandığını beyan eden kimsenin, gerçekten inanıp inanmadığını ayırt etmek Allah’a mahsustur.»

 

Sayın arkadaşlarım, bu görüşlere saygı duyarım; ama bu görüşlerin yayılacağı, yayınlanacağı yer bu dergi değildir; olsa olsa Diyanet İşleri Başkanlığının yayınlayacağı dergiler olabilir. Ve ahlaktan bahseden, ahlakın bu ülkeyi, bu ulusu ancak, kurtarabileceğini ileri süren sayın cephe mensupları zamanında yayınlanan Kültür Bakanlığının Kıbrıs rubailerinden, bakıyorum tribünlerde çocuk olmasına rağmen, iki-üç masum örnek vererek bu konuyu kapatmak isterim :

«Zannetme ki yapmacıkla, naz naz gelirim,

Bir gün çağırırsan beni durmaz gelirim.

Lâkin daha çok küçükmüşüm koynun için,

Korkum şu ki, yetmez sana ben az gelirim.

Gördüm soyunurken dökünürken küçüğü,

Böyleyse dedim küçük, aratmaz büyüğü.

Her noktası, her çizgisi, her uzvu tamam,

Hem bir teni vardı üstelik balköpüğü.»

İSMAİL AKIN (Afyonkarahisar) — Vay eşekoğlu eşek vay!»

 

EROL SARAÇOĞLU (Ankara) — Tuh ahlaksızlar!..

 

KÜLTÜR BAKANI AHMET TANER KIŞLALI

(Devamla) — Sayın arkadaşlarım beni hoşgörün, örnekleri daha ileriye götürmek istemiyorum.

BAŞKAN — Sayın Bakan, 2 dakikanız kaldı, lütfen toparlayınız efendim.

KÜLTÜR BAKANI AHMET TANER KIŞLALI (Devamla) — Teşekkür ederim Sayın Başkanım, toparlıyorum.

Son bir noktayı daha bu konuyla ilgili olarak açıklamama izin verin.

Bütün bunların yayınlanmasına karar veren 8 kurulu lağvettiğim için beni eleştiren arkadaşlarıma ifade edeyim ki, bütün bunların başında, kendini oraya getiren kişi, yani o zamanın müsteşarı, kendi maaşının dışında, ek ödeneklerinin dışında, bu işleri yapmasının karşılığı olarak, Yazı Kurulu Başkanı olarak, ayda 4 bin lira almıştır maaşının ötesinde. Soruşturma açılacaktır arkadaşlarım.

Yüce Meclisin sayın üyeleri, oldukça yorucu bir günün akşamında Kültür Bakanlığı bütçesi için de sabredip sonuna kadar beklediğiniz için hepinize teşekkürü bir borç bilirim.

Sayın Kösoğlu konuşmasının bir yerinde dediler ki, «eğer bir milleti kendisine yabancılaştırmak istiyorsanız…»

Hemen kendilerine cevap verelim, biz bu ulusu kendisine yabancılaştırmak değil, kendisine yabancılaştırılmaktan kurtarmak istiyoruz; onu kendi öz benliğine kavuşturmak, başını dik tutar hale getirmek istiyoruz. Saygılar sunarım arkadaşlarım. (CHP sıralarından «Bravo» sesleri alkışlar)

 

BAŞKAN — Sayın Bakan, teşekkür ederim.   Sayın Mustafa Eşrefoğlu, son söz olarak buyurun efendim.

Sayın Eşrefoğlu, söz süreniz 10 dakikadır.

MUSTAFA EŞREFOĞLU (Kırşehir) — Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, Sayın Kültür Bakanlığı temsilcileri; hepinizi gönülden gelen, şu anda kalbimi dolduran en samimi duygularımla selamlıyorum.

1978 yılı Kültür Bakanlığı Bütçesi üzerinde şahsım adına şahsi görüşlerimi dermeyan etmek için huzurlarınıza çıkmış bulunuyorum.

Sayın milletvekilleri, Türk tefekkür hayatının kemale eren realist ve ilerleyici hikmetinden akıp gelen asil inançlarımız, hür tefekkürümüz, gerçek İnançlarımız ve milli kültürümüz bize şunu gösteriyor ki, yeryüzünde 80 devlet, 17 imparatorluk kuran, 4 bin yıllık tarihe sahip olan, krallar esir edip tahtlar çökerten, Roma önünde papaları yalvartan, kılıcıyla vurup bir çağ açarak bir çağı kapayan, Mete’nin emrinde, Atillâ’nın komutasında, Şolon’da, Kosova’da, Mohaç’ta, Mercidabık’ta ve Ridaniye’de, Çanakkale’de ve Sakarya’da harikalar yaratan, 3 kıta, 3 denizde muazzam ve muhteşem imparatorluklar kuran o Yüce Türk Milletinin, Büyük Türk Milletinin elbette ki bir milli kültürü vardır. Sayın Bakanım var mıdır?  Vardır.

 

Sayın milletvekilleri, kültür latinceden bir kelimedir. Toprağın verimini artırmak için çalışmak anlamına gelir. Kültür bir toplumda hüküm süren her türlü yaşayış, fikir ve sanat varlıklarının topudur.

Kültür bir milletin yaşama tarzıdır. Milletin ta kendisidir. Kültür maziyle atiyi birleştiren, insanların değer hükümlerini ve yaşayış tarzlarını, örf adetlerini, zevklerini, dilini, dinini, tarihini ve sanatını, edebiyatını ve musikisini, ahlak anlayışını ve o milletin insanları tarafından yapılmış her şeyi ihtiva eder.

Büyük Atatürk, Yüce Atatürk bu milletimizin yeniden kurucusu Atatürk’der ki; «Cumhuriyetimizin temeli Türk kültürüdür.» Ziya Gökalp kültüre «Hars» demiştir. Evet, «Bir milletin dili, dini, ahlaki, akli, estetik, iktisadi, fenni hayatının tümünü içine alır» der. Kültürün iki temel unsuru vardır. Birisi dildir, diğeri sanattır.

Sayın milletvekilleri, büyük bilgin, mütefekkir Ziya Gökalp, şöyle der. «Türklüğün vicdanı bir, dini vatani bir, fakat hepsi ayrılabilir, olmazsa lisanı bir. Türklüğün bir dili vardır, yalnız bir dili vardır, başka bir dili var diyenin, başka bir emeli vardır.»

 

Demin Sayın Halk Partili konuşmacı arkadaşım  temas ettiler, kısaca ben de temas etmek istiyorum. (Gürültüler)

BAŞKAN — Sayın arkadaşlarım, lütfen sakin olalım. Son konuşmacı arkadaşımız. Rica ediyorum.

 

MUSTAFA EŞREFOĞLU (Devamla) — Çinli bilgin Konfiçytis’e sormuşlar; «Bir ülkeyi idare etmeye çağrılsaydınız, ilk işiniz ne olurdu» Konfiçyüs şöyle cevap vermiş: «Önce o ülkenin dilini düzeltirdim. Dili bozuk olursa ahlak ve kültür bozulur; ahlak ve kültür bozulursa, adalet yolunu şaşırır. Millet ne yapacağını bilmez ve bu nedenle dil en önemli

unsurlarından bir tanesidir.»

Sayın milletvekilleri, yine Ord. Prof. Dr. rahmetli Arat’ın dil hakkındaki görüşlerini kısaca arz etmek istiyorum. «Dil tabii bir varlıktır. İnsan topluluğunun tarihi seyri içinde birlikte götürdüğü kıymetler arasında uzun ve kısa ömürlü değişen her şeyi içine alır. Bütün bu topluluklardan başka benzeri olmayan bir temel kavramdır. Milletin dili, milletin kendisidir» der.

Sayın milletvekilleri, şu anda aklıma bir şey geldi, karşımda Haşan Vamık Tekin’i gördüm. Bunu görünce bir hatıramı arz edeceğim, müsaade ederseniz.

1965 yılında Şebinkarahisar Lisesinde öğretmendim. Sayın Tekin, oranın çok saygı değer bir ailesindendir, kendisine her zaman saygı duyarım. 10 Kasım günü (İyi hatırlayacaksınız Sayın Tekin, o zaman Belediye Reisi idiniz) Atatürk’ü anma töreni hazırlandı.  Törende zamanın okul idaresi, Atatürk’ün gençliğe…

Orijinal Görsel

Yorum Yaz

Yorum yaz