Anasayfa » Neye, Niçin Hoşgörü?

Yazı Hakkında

Başlık: Neye, Niçin Hoşgörü?
Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi (s.3)
Tarih: 19 Ocak 1996, Cuma

Yazı

HAFTAYA BAKIŞ

AHMET TANER KIŞLALI

Neye, Niçin Hoşgörü?

Her öğrenim yılının ilk dersinde öğrencilerimle paylaştığım bir örnek var.

Oturarak geniş bir halka oluşturmuş insanlar düşünün. Halkanın tam merkezinde de bir fener… Ve siz sırayla, herkese aynı soruyu yöneltiyorsunuz:

– Bu fenerin ortasındaki ışık ne renk?

Kimisi mavi diyor, kimisi sarı, kimsi kırmızı… Her kafadan bir ses.

Kendinden farklı bir renk söyleyenler karşısında, takınılabilecek iki tutum olabilir: Ya “Benim gözlerimde bir bozukluk olmadığına göre bozukluk onların gözlerinde veya satılmış oldukları için göz göre göre yalan söylüyorlar” diye düşünebilirsiniz. Ve de tutumunuzu ona göre belirlersiniz. Ya da “Onlar da benim gibi bir insan, hepsi de renk körü veya satılmış olamaz” dersiniz. Gidip, bir de onların oturduğu yerden fenerin içindeki ışığa bakarsınız. Ve her açıdan farklı bir rengin karşınıza çıktığını görünce de kararınızı verirsiniz: “Aslında ışık renksiz. Ama çok kenarlı bir fenerde, her kenara ayrı renkte bir cam konmuş.”

Bilge kişi der ki:

“Yanlış doğrunun tersi değildir, eksik bir doğrudur!”

★★★

Aynı köşeyi paylaştığım, Toktamış Ateş‘e yönelik saldırılar sürüyor. O da kendisini çok güzel savunuyor.

Konu “hoşgörü”… Ve de Sayın Ateş’in dinci kesimlerin toplantılarında, TV’lerinde sık sık konuşmacı olması.

Elbette ki, insanın kimin önünde, kimin yerinde konuştuğundan çok, ne söylediği önemli… Farklı bir kesim önünde konuşurken -o kesimin hoşuna gitmek amacı ile- ödün verip vermediği önemli.. Ve hatta -bunun karşılığında- nesnel ya da öznel bir çıkar sağlayıp sağlamadığı önemli.

Demokrasi de bir “hoşgörü ve uzlaşma rejimi” olduğuna göre bu yöndeki her çabayı özendirmek gerekir.

Ama burada iki soru kafaları kurcalıyor:

Bir… Sevgili Ateş’in bu özverili çabaları acaba ne işe yarıyor?

İki… Acaba niçin, “ilerici” diye nitelendirebileceğimiz bir kesimden tepki görüyor.

★★★

Toktamış Ateş’in tutarlı bir düşünce yapısı var. Düşündüklerini de yazılı olduğu kadar sözlü olarak da iyi anlatıyor… Dinci fanatikler dışında, dinleyenlerin kafasında en azından bazı soru işaretleri doğurabildiğini umuyorum.

Gerilim azaldıkça, duyguların yerini akıl alır… Kemalizm ise duygulara değil akla seslenir!

Öyleyse tepkiler niçin?

Ortamı yumuşatma çabaları, bazen “ödün” gibi görüldüğü için… Mezarcı benzeri Atatürk‘e söven, saygı göstermeyen kişilere, TV’de “saygı” gösterildiği için… Kemalizme saldırıların -dolaylı yollardan da olsa- meşrulaştırıldığı , tartışılabilir olduğu izleniminin verildiği düşünüldüğü için…

“Hoşgörü” ile yaklaşıp “yumuşama” yaratılmaya çalışılan çevrelerin Sivas kıyımına yaklaşımları değişmediği için… Kubilay olayına bakış açıları değişmediği için… Laiklik ve demokrasi karşıtı tutumları değişmediği için…

Uzlaşma, ancak uzlaşmayı isteyenle yapılabilir. Uzlaşmanın ortamı ise, “demokrasi”dir. Sevgili Toktamış’ın ekran arkadaşı Dilipak ise daha çıkış noktasında demokrasiyi yadsıdığı için…

Ve kimin kimi kullandığı -bazı durumlarda- birbirine karıştığı için…

Toktamış Ateş’ın tutumunu “temel “de savunduğumda, sık sık karşılaştığım bir soru var:

– Acaba “onlar” niçin toplantılarına, izlencelerine çağırıyorlar? Gelip de, kendi yandaşlarını, dinci kesimi ters yönde etkilesin diye mi? Demokrasiye olan inançlarından mı?.. Değilse, neden?

★★★

Sayın Ateş, savunmasının bir yerinde şöyle diyor:

“Atatürkçü Düşünce Derneği’nin bir şube toplantısında konuşmak yerine, İmam Hatip Lisesi Mezunları Derneği’nin bir toplantısında konuşmak, bence daha önemli. Zira benim gibi düşünen insanlarla birlikte olmak sadece mutluluk ve moral veriyor. Fakat farklı düşünce ve inançtan olan insanlara düşüncelerimi ve inançlarımı anlatmak, bence çok daha önemli.”

Bir kere, ADD toplantılarına sadece aynı düşünceden insanlar gelmiyor.

İkincisi, gelenlerin bir kısmı Kemalizmi bilmiyor, bir kısmı da farklı farklı yorumluyor… Doğru bilgi, doğru yorum, bilinçlenmeyi getiriyor. O toplantılara gelenler, sadece umut almıyorlar, giderek birer “bilinç taşıyıcı” öncü oluyorlar.

Ve en önemlisi de…

Güç birlikten doğar. Aynı inanç etrafında kol kola girmiş “aydınlık” insanlar çoğaldıkça, “karanlık”lar geriler. “Farklı düşünce ve inançları” olan insanları aydınlığa çekmek de çok daha kolaylaşır!

Orijinal Görsel

Yorum Yaz

Yorum yaz