Anasayfa » 12’ye Kaç Var?

Yazı Hakkında

Başlık: 12’ye Kaç Var?
Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi (s.3)
Tarih: 15 Aralık 1996, Pazar

Yazı

HAFTAYA BAKIŞ

AHMET TANER KIŞLALI

12’ye Kaç Var?

12 Eylül’e yaklaştığımız günlerle bugün arasında ne fark var?

12 Eylül öncesinde…

Toplum iki cepheye bölünmüştü. Silahlı sağ ile silahlı sol çatışıyordu. Her gün insanlar ölüyordu. Partiler, bir cumhurbaşkanını seçmek için bile uzlaşamıyorlardı. Hükümet, gerilimi azaltmaya toplumsal barışı sağlamaya çalışacak yerde, bir “cephe”nin “fanatik militan”lığını yapıyordu.

Devlete olan güven sarsılmıştı. Sivil çözüm umutları tükenmişti

Asker, Çankaya’ya “uyan mektubu” veriyordu.

★★★

Ya bugün?

Bir yanda, devleti ele geçirmeye ve “günü geldiğinde” laikliği yok etmeye kararlı bir azınlık “cephe”… Öte yanda, karanlığın adım adım yaklaşmakla oluşunu görmekten huzursuz, bir çoğunluk
“cephe”.. Sağda ve solda, partiler demokrasiyi kurtarmak için bile bir araya gelemiyorlar.

Hükümet, birbirlerinin yolsuzluklarını örtmeye dayalı bir “ittifak”ı yansıtıyor. Büyük ortak, devleti içten “fethedecek” kadrolaşmayı yapma uğruna, her türlü ödünü vermeye razı. Küçük ortak, genel başkanını kurtarma uğruna, sadece rejimin değil, devletin de çürümesini içine sindiriyor.

Devletin temel bazı kurumları kokuşmuş, bazı temel değerleri yok olmuş. Toplumun çoğunluğu bir sivil çözüm bulunabileceğine inanmıyor.

Asker “12 Eylül’de oyuna getirildiği” kanısında. Uyarıları 1çok açık” yapıyor.

★★★

12 Eylül öncesi ile bugün arasında benzerlik çok… Ama üç de çok önemli fark var!

Birincisi… 12 Eylül öncesinde “sivil toplum” yok gibiydi. Bugün var.

İkincisi… 12 Eylül öncesinde devletin bazı kurumları sorumluluklarını üstlenmiyorlardı. Buğun üstleniyorlar.

Üçüncüsü… Asker, 12 Eylül öncesinin askeri değil.

Sivil toplum, 10 Kasım günü Anıtkabir’deydi. Dün
Abide-i Hurriyet Alanı’ndaydı… ADD ve ÇYDD’ler dünyanın en büyük sivil toplum örgütünü oluşturdular. DİSK, Türk-İş, barolar meslek odaları, kadın dernekleri, öğretmen dernekleri, gençlik kuruluşları ile kol kola girmişler… Kemalizm üçüncü bin yıla taşıyacak bir çizgide buluşma hazırlıkları ilerliyor… Basın -büyük çoğunluğu ile- çağdaşlığı, “temiz toplum”u ve özgürlükleri savunuyor.

Yargı, dini siyasete alet eden RP hakkında harekete geçiyor. Adalet Bakanı’nın “şeriat bağlantıları” nedeniyle DGM Savcılığı suç duyurusunda bulunabiliyor. 61 üniversite rektörü “dinci kadrolaşma”ya ve “devlet-mafya-aşiret” üçgenine karşı sesini yükseltiyor.

Ve Cumhurbaşkanı çırpınıyor . Halka da orduya da, “Merak etmeyin, ben gerekeni yapıyorum” mesajları verebilmek için.

★★★

Askere gelince…

Asker de elbette ki 12 Eylül’ün askeri değil… Olamazdı da zaten. Çünkü koşullar 12 Eylül öncesinin koşulları değil. (27 Mayıs’ın askeri ile 12 Eylül’ünkü aynı mıydı?)

En önemlisi de 12 Eylülcü çözümlerin çözümsüzlüğü görüldü; bu bir. 12 Eylül’de asıl tehlike olarak “komünizmi” görürken, bugün “şeriatçılığı” görüyorlar; bu da iki…

Bunalım derin… Hastalık devletin içine girmiş. Yozlaşma kurumlaşmış. Partiler toplumdan kopmuşlar; partiler demokrasisinin yerini “parti liderleri diktatörlüğü” almış. Çözümsüzlük, umutsuzluk yaratmış.

Hollanda basını bile “Mafya cumhuriyeti Türkiye” diye başlık atıyor. RP Çiller’i aklıyor. DYP de Mercümek’i!

Bunun böyle gitmeyeceği, gidemeyeceği açık! Gidemeyeceği için de, birileri mutlaka düzeltecek. Çünkü düzeltmek zorunda!

Önemli olan, bu birilerinin kim olacağıdır.

Siviller mi? Yoksa gene asker mı?

Asker 12 Eylül’ün askeri değil. Umuyorum ki, bunca dersten sonra, siviller de 12 Eylül’ün sivilleri değillerdir.

Orijinal Görsel

Yorum Yaz

Yorum yaz