Anasayfa » 1400 Yılı Yok mu Saymalı?

Yazı Hakkında

Başlık: 1400 Yılı Yok mu Saymalı?
Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi (s.3)
Tarih: 08 Ekim 1997, Çarşamba

Yazı

HAFTAYA BAKIŞ

AHMET TANER KIŞLALI

1400 Yılı Yok mu Saymalı?

Roger Garaudy’nin, Islamın özü ile o özden yola çıkılarak getirilmiş olan kuralları birbirinden ayırdığını yazmıştım. Öz değişmezdi; ama 1400 yıl öncesinin koşullarına getirilen çözümlerle bugünkülerin aynı olamayacağı da açıktı.

Cevdet Hatipoğlu, uzunca bir mektupta buna
karşı çıkıyor:

“Yazınızda bahsettiğiniz kişi İslam dinini yeni
kabul etmiş, bu nedenle de Kuran’ı iyice inceleme ve dolayısıyla da anlama fırsatını bulamamış… ”

Garaudy’nin Müslüman doğmadığı doğru da İslâmî bilmediği doğru değil. Bu konuda, İslam dinbilimcilerin “uluslararası” doruk toplantılarına çağrılacak kadar bilgili ve birikimli…

Üstelik de Garaudy, bu görüşü savunan ne ilk
ne de son isim… Sudanlı Prof. Abdullahi Ahmed
An-Naim den Pakistanlı dinbilimci Fazlur Rahman,
Muhammed Abduh’dan Prof. Said Yazıcıoğlu’na kadar; aynı görüşü savunmuş o kadar çok isim var ki.

An-Naim’e göre Müslümanlığın kurallarını ikiye
ayırmak gerekir: İslamın doğuş döneminde Mekke’de inen ayetlerin oluşturduğu kurallar ve Medine döneminde oluşan kurallar.

Mekke’den inen ayetler, ahlak ve adalet gibi
“genel” kavranıları içerir. Düşünce özgürlüğünü ve
dinde zorlama olmaması gerektiğini buyurur.

Oysa Medine döneminde, artık Müslümanlar
kendi devletlerini kurmaktadırlar. Somut sorunlara çözüm getirmeye yönelik somut hükümler söz konusudur.

Prof. An-Naim şöyle diyor:

“Şeriat, ikinci dönemin kurallarına dayanılarak
oluşturulmuştur. Medine ayetleri ile çatışan Mekke ayetleri, geçersiz sayılmıştır. Oysa bu hükümler, genel ve ebedi değil, tarihsel koşulların ürünüdür… Bugün şeriat denilen şey, Kuran’ın bir bölümünün benimsenip, diğerinin dışlanmasıdır. Tersini yapmak gerekir. ”

Yani, Medine dönemindeki kuralların, “geçici
olduklar için “dışlanmasından.. ve de Mekke dönemindeki kuralların, “genel ve kalıcı”olması nedeniyle benimsenmesinden yana…

★ ★★

Türkiye’de de aynı görüşü savunan dinbilimciler var.

AÜ İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi İlhami Güler de bunlardan birisi. Üstelik de çalışmalarını Mısırda sürdürmüş.

Güler’e göre Kuran’daki “Ey inananlar” seslenişi, örneğin bugün Türkiye’de yaşayan Müslümanları kapsamıyor… Kuran’ın indiği dönemdeki “mümin”leri kapsıyor. O dönemin toplumsal, kültürel, siyasal ve ekonomik koşullarını paylaşanların uymaları gereken kuralları koyuyor.

Eski Diyanet İşleri başkanlarından Prof. Said
Yazıcıoğlu da aynı görüşte:

“Dinde değişmeyen, Kuran’da belirtilen, genellikle inançla ilgili genel kavramlardır… Modem hayat karşısında insanlarımızın pek çok problem ve ihtiyaçtan söz konusudur. Bunların cevabı, asırlarca önce, o dönemlerin özelliklerine ve şartlarına göre bulunan çözümlerde aranamaz.. ”

Muhammed Abduh da Kuran’daki ayetler üçe
ayırıyor: İnanç, ibadet ve muamelad… İlk ikisiyle
ilgili olanların değişmeyeceğini, ama üçüncüsüyle ilgili olanların değişeceğini söylüyor.

Nedir o üçüncüsü?

Güncel sorunlara getirilen çözümler!

★★★

Cevdet Hatipoğlu’nun yazıma bir karşı çıkışı da
“kadın “larla ilgili:

“Gerçek İslamda kadının kara çarşaf giymesi
ve peçe takması gibi zorunluluklar yoktur… Yazınızda Kuran’ın kadını hayvan düzeyinden alıp ikinci sınıf da olsa bir insan düzeyine yükselttiğini söylüyorsunuz. Gerçek İslamda kadının ikinci sınıf olması söz konusu değildir. ”

Güzel!

Peki, kadının mirastan erkeğin yarısı kadar pay
alması..iki kadının tanıklığının ancak bir erkeğinkine eşit sayılması.. erkeğe dört kadına kadar evlenmek hakkı tanınması.. erkek açısından kansını boşamanın bu ölçüde kolay olması…

Tüm bunlar ve benzerleri acaba ne anlama gelmektedir?

İslam onu katılaştırarak yüceltemez.

Müslümanlığa en büyük hizmeti An-Naim’ler,
Garaudy’ler, Yazıcıoğlu’lar ve benzerleri veriyorlar.
En büyük kötülüğü de Müslümanlığı 1400 yıl öncesinin koşullarına getirilmiş birkaç güncel kurala
indirgeyenler yapıyorlar.

Orta Asya Türkleri arasında kadın-erkek eşitliği
vardı.

Eğer İslam -kadının deveden bile değersiz sayıldığı- Arabistan’da değil de Orta Asya’da doğmuş olsaydı… Acaba -gene de- kadını erkeğin yarısı durumuna mı indirirdi?

Hz. Muhammed, o günün Arabistan’ında “kadın- erkek eşitliğini savunsaydı… Acaba yaymak
istediği dini kabul edecek kimse bulabilir miydi?

Orijinal Görsel

Yorum Yaz

Yorum yaz