Anasayfa » ABD ve ‘Kürt Sorunu’

Yazı Hakkında

Başlık: ABD ve ‘Kürt Sorunu’
Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi (s.3)
Tarih: 17 Ağustos 1997, Pazar

Yazı

HAFTAYA BAKIŞ

AHMET TANER KIŞLALI

ABD ve ‘Kürt Sorunu’

Amerika sağ olsun, çok hayırseverdir. Bizi bizden çok düşünür.

Birisi ünlü bir CIA elemanı olan iki Türkiye uzmanına bir rapor hazırlatmış: Acaba Türkiye bu “Kürt sorunu” belasından kurtulmak için ne yapmalı?

Bizden daha akıllı oldukları için, bize tek bir şey kalıyor. Onların tavsiyelerim sırasıyla uygulamak.

Allah razı olsun!

Raporu Mehmet Ali Birand köşesinde, iki gün üst üste özetledi. İçinde birçok doğru var. Ve aralarına ustaca sıkıştırılmış birçok da eğri…

★★★

Numaracı cumhuriyetçilerin baş sevgilisi Graham Fuller ile -Türkçeyi mükemmel konuşan- Henri Barkey önce bir durum saptaması yapıyorlar.

– Türkiye Kürtlere karşı askeri açıdan başarı kazanıyor, ama politik açıdan kaybediyor.

– Bu savaş ekonominin yıpranmasına, yüksek enflasyona neden oluyor. Köktenci akımların ve İslamcıların ekmeğine yağ sürüyor.

– Demokratik gelişme engelleniyor. Türkiye’nin Batı ile ilişkileri tıkanıyor.

– Kürtlerin çoğunluğu silahlı ayaklanmaya katılmıyor. Ama Kürt kimliği yerleşiyor. Çünkü devlet katı politikalar uyguluyor.

– PKK askeri yenilgilere karşın, çözüm arayışlarında önemli bir konuma gelmektedir. Çünkü devlet bu örgüte rakip çıkabilecek partileri ve akımları susturmaktadır. Eğer kapatılmazsa HADEP bir seçenek oluşturabilir…

Buraya kadar söylenenler büyük ölçüde doğru. İtiraz etmek zor.

Hinlik, akıl vermeye faslında başlıyor.

★★★

Bizi çok seven bu iki “araştırmacı”, önemli bir saptama yapmışlar.

– Kültler, ne geleneksel partiler ne de kendi partileri aracılığı ile seslerini duyurabiliyorlar. Çünkü yasalar hemen “bölücülük” damgasını yapıştırıyor.

Doğrularla eğriler, bir maestro ustalığıyla iç içe.

Meclis kürsüsünde Kürtçe yemin etmek… Genç yedek subay adaylarının Tuzla istasyonunda tren beklerken bombalanmalarını “savaşın gereği” saymak… Parti kapatılıp da kapak yurtdışına atılınca PKK ile doğrudan bağlantıyı saklamaya bile gerek duymamak…

Türk bayrağını indirip PKK bayrağını çekmek…

Bunların benzerleri Fransa’da Korsikalılarca yapılsaydı acaba sonuç ne olurdu dersiniz? Demokratik Fransa, bunları demokrasinin gereği mı sayardı?

Bu köşede hep savunduk: Türk demokrasisinin RP ve HADEP gibi partilere de gereksinmesi var. Ama şeriatçı bir partiye de etnik ırkçılık yapan bir partiye de gereksinmesi yok!

★★★

Ve işte iki “uzman”dan başka saptamalar:

– Sivil politik liderler çok zayıflar ve Kürt sorununa girmek istemiyorlar. Bu cesareti gösterenlerin bir bolümü politik yönden kayba uğradı, diğer bölümü ise hiçbir kazanç elde edemedi.

Çok doğru!

Peki acaba neden kayba uğradılar?

Eğer “Kürt halkı”nda, Kürtlük bilinci ve Kürt kimliği bu ölçüde önem taşıyorsa ve Kürtlerin sayısı bu kadar çoksa.. bu yöndeki girişimlerin “oy” getirmesi gerekmez miydi? HEP’le
birlikte seçime giren SHP, acaba niçin doğudaki 13 seçim bölgesinde tek milletvekili bile çıkaramamıştı?

Uzmanlarımız devam ediyorlar:

– Kürt sorunu Türkiye’nin tek bir etnik gruptan oluşmadığı, tersine bir mozaik oluşturduğu gerçeğini ortaya çıkarmıştır.

Vay vay vay… Bravo doğrusu!

Demek ki PKK silaha sarılıncaya kadar.. Kürdü, Çerkezi, Lazı, Boşnağı, Türkmeni, Arnavudu, Süryanisi, Ermenisi, Yahudisi, Rumu saklı kalmış… Komşumuzun ya
da okuldaki sıra arkadaşımızın kökenini meğer birdenbire keşfetmişiz…

★★★

Çözüm mü?

Onu da “aççık ve seççik” söylüyorlar:

– Kürt kökenli vatandaşlar TBMM’de temsil edilmeli… Kürt kökenlilere “insan muamelesi” yapılmalı ve “söz hakkı” verilmeli!..

Demek ki.. Meclis’in dörtte birinden fazlasını oluşturan Kürt kökenli milletvekilleri
Kürt sayılmıyor. Neden? Çünkü PKK ile aynı dili konuşmuyorlar.

Demek ki.. okullarda, devlet dairelerinde, askerlikte Kürt kökenlilere “ayrı muamele” yapılıyor. İşe alırken, “Kürt müsün, Türk müsün” diye soruluyor… Parkların kapısına “Buraya Kürtler giremez!” diye yazılıyor. Otobüslerin önü Türklere, arkası Kürtlere…

★★★

Amerikalı dostlarımızı anlamak için, rahmetli Özal’ı iyi anlamak gerekir.

Amerika’nın gelmiş geçmiş en beğendiği önderimizdi Özal. Çünkü Atlantik ötesinden gelen her “rapor”un gereğini, fazlasıyla yerine getirirdi.

Neler yapmıştı bir anımsayın: 163’ü kaldırıp şeriat propagandasını serbest bırakmıştı. PKK ile savaşıma yeterince kaynak ayırmayıp “Federasyonu da tartışalım!” demişti. Atatürk’ü eleştiriye açmıştı, “İkinci cumhuriyet”in öncülüğüne soyunmuştu.

Özal’ın yaptıkları, Türkiye’de ulus-devletin yıkılması için yapılması gerekenlerdi.. Yeni emperyalizmin bizim gibi ülkelerde yıkmak istediği de ulus-devlettir.

“Rapor”cuların yıkmak istedikleri de işte “o”dur.

Çünkü “yeni dünya düzeni”nin önündeki en büyük engeldir ulus-devlet. Ve Türkiye’de Atatürk yıkılmadan ulus-devlet yıkılamayacağı için CIA, Atatürk’e karşıdır!

Türkiye Cumhuriyeti yirmiyi aşkın etnik kökenden insanın oluşturduğu bir “kültür
ortaklığı”na, bir “biz” duygusuna dayanır. Elbette ki herkes kökenine sahip çıkabilmeli, etnik “alt kültür”ünü koruyabilmelidir.

Ve de.., “Tek yurt, tek bayrak, tek resmi dil” çerçevesinde; “her çözümü” özgürce tartışabilmelidir!

Orijinal Görsel

Yorum Yaz

Yorum yaz