Anasayfa » Cezayir Seçimleri ve 12 Eylül

Yazı Hakkında

Başlık: Cezayir Seçimleri ve 12 Eylül
Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi (s.5)
Tarih: 05 Ocak 1992, Pazar

Yazı

HAFTAYA BAKIŞ

AHMET TANER KIŞLALI

Cezayir Seçimleri ve 12 Eylül

İranlı muhaliflerden, Halkın Mücahitleri örgütünün önderi Mesut Racavi, bir Türk gazetecisine şöyle diyor:

“Ben istemez miyim İran da Türkiye gibi bir laik Müslümanlar ülkesi olsun? Ama benim ülkem sizinkinden yüzyıllarca geri kaldı. Bize Atatürk gibi bir önder lazımdı, Şah geldi. Siz çok şanslı bir ülkenin çocuğusunuz!..”

Bu satırlar, Sıtkı Uluç’un “Avrupa’da İslam: Dönenler” kitabında var. Ve bir yorumu gerektirmeyecek kadar açık.

Kemalist Devrim ile birlikte Türkiye’nin diğer Müslüman ülkelerden ne ölçüde farklılaştığı bilinmeyen bir şey değil. Ama Cezayir’de İslamcı güçlerin büyük seçim zaferini “köktendincilerin önlenemez tırmanışı”na bağlamak ne ölçüde yanlış ise; bu durumu, sadece Cezayir Devrimi’nin “Kemalist” bir içerik kazanmamış oluşu ile açıklamak da o ölçüde aldatıcı.

Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin geçen hatta uğradığı büyük seçim yenilgisi ile Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1950 yılındaki büyük yenilgisi ve -başta Sovyet Komünist Partisi olmak üzere- Doğu Avrupa ülkelerinin komünist partilerinin uğradıkları büyük yenilgiler arasında çok anlamlı benzerlikler var.

★ ★ ★

Cumhuriyet Halk Partisi, ilk “gerçek” çok partili özgür seçimlerde yenilmişti.

Komünist “tek parti”ler, ilk çok partili özgür seçimlerde yenildiler.

Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi, ilk çok partili özgür seçimlerde yenildi.

Cumhuriyet Halk Partisi’ni kuranlar, ulusal bağımsızlık hareketinin ve Türkiye’ye bir çağ atlatan devrimin öncüleriydiler. Ama 1920’lerin kahramanları, 30 yıl sonra yıpranmışlardı. 1950 seçim sonuçları, kapalı rejimin yarattığı kaçınılmaz hataların ve kitlelerde doğurduğu önlenilmez tepkilerin doğal ürünüydü.

Sovyet Komünist Partisi, yarı-feodal bir toplumdan, çağdaş
bir sanayi toplumu yaratan devrimin öncü gücüydü. Ama
1920’lerin öncüleri, 1980’lerin koşullarında da “ayak bağı” olmuşlardı. Eleştiriyi engelleyen, parti yöneticilerini toplumun ayncalıklı bir kesimi haline getiren, seçeneklerin ortaya konmasına izin vermeyen bir baskı rejiminin son meyvesi, Lenin’in heykellerinin kırılıp yerlerde sürüklenmesi oldu.

Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi de hem Fransa’ya karşı verilen ulusal bağımsızlık savaşının hem de çağdaş bir toplum yaratma amacıyla atılan devrimci atılımların simgesiydi. Orada da “tek parti” döneminin baskıcı koşulları, sonunda kazandırdıklarını unutturacak düzeyde bir tepki birikimi yarattı.

Yanıtlanması gereken bir tek soru kalıyor geriye: Niçin bu birikimden başka siyasal akımlar değil de köktendinciler yararlandılar?

★ ★ ★

Bu satırların yazarı, Cezayir Devrimi’nin 25. yıldönümü
kutlamalarında Türkiye’yi temsil etmişti. İki resmi gezide
karşılaştırmak olanağı bulduğu Tunus ile Cezayir arasındaki “ufak” bir fark da dikkatinden kaçmamıştı.

Cezayir’de, resmi yemeklerde konuklarına şarap ikram eden bakanlar, kendileri şarap içmiyorlardı (Gözlerden uzak olduklarında ise, çoğunun içki kullandığı biliniyordu).
Oysa Tunus’ta, devleti yönetenlerin benzeri bir çekingenliği yoktu.

Cezayir’de siyasal muhalefete izin vermeyen rejim, dincilere karşı hoşgörülüydü. Halkın desteğini sağlamada, dinsel duygulara önem verildiği açıktı. Din, yönetime karşı tepkilerin, muhalefetin tek sığınağı idi.

Tunus’ta ise yönetim biçimi genel olarak daha yumuşak ve daha laikti. Din, bir baskı ve siyaset aracı olarak kullanılmıyordu. Burgiba, Kemalist Devrim’den çok esinlenmişti.

Tunus’ta bugün bir köktendinci iktidar olasılığı gündemde yok. Cezayir devrimcileri ise ektiklerini biçiyorlar.

Tıpkı siyasal muhalefete karşı amansız iken dincileri kollamayı kurnazlık sayan İran Şahı gibi…

Tıpkı -Kemalist sol dahil- solun her türünü ezerken dincileri kullanarak bir halk desteği sağlayabileceklerini, dini solun panzehiri olarak kullanabileceklerini sanan 12 Eylül’ün beş generali gibi…

Orijinal Görsel

Yorum Yaz

Yorum yaz