Anasayfa » Ecevit ve Türk Solu

Yazı Hakkında

Başlık: Ecevit ve Türk Solu
Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi (s.4)
Tarih: 17 Ekim 1993, Pazar

Yazı

HAFTAYA BAKIŞ

AHMET TANER KIŞLALI

Ecevit ve Türk Solu

Aynı parti olmanın, ancak üç “haklı” gerekçesi bulunabilir.

Ya toplumsal tabanınız farklıdır ya ideolojiniz farklıdır. Ya da yapınız farklıdır..

Eğer bu üç konuda da “inandırıcı” farklılıklarınız yoksa “ayrı” olmaya da hakkınız yok, demektir.

“Ecevit’le de olmuyor. Ecevit’siz de..” diye tepki vermeden önce, üç sorunun yanıtını vermek zorundayız..

Soldaki üç partinin toplumsal tabanları farklı mı?

Evet, farklı..

SHP tabanında, Aleviler ve Kürt kökenliler daha çok. CHP tabanında, kentli orta sınıflar daha ağır basıyor. DSP tabanı ise gelir düzeyi düşük kentsel ve kırsal kesim ağırlıklı.

Ama bu farklılıklar, üçünün de ayrı parti olmalarını haklı kılmıyor. Çünkü “çıkarları bağdaşmayan” toplum kesimleri oluşturmuyorlar. Üçünün tabanında da “sermaye” değil, “emek” belirgin özellik.

Bunlar, doğal olarak sol bir partinin tabanında bulunması gereken toplum kesimleridir. Bu toplum kesimlerinden hiçbirisi için “sol değil, sağ bir partide bulunması gerekir” diyemeyiz.

Soldaki üç partinin ideolojileri farklı mı?

Evet, farklı.

SHP’de ideolojik bütünlük daha az. “Ulus” kavramına, çağdışı bir “ırkçı” kafa ile yaklaşanlar var.

CHP, Kemalizm’e en açıktan sahip çıkan parti. Ama “numaracı cumhuriyetçiler”den (deyim Sayın Hasan Pulur’a aittir) kendisini tamamen soyutlamak yürekliliğini de “henüz” gösteremiyor.

DSP ideolojik açıdan en tutarlısı. “Emek”, “demokrasi”, “laiklik” ve “ulusal sorunlar” dörtgeni, hiçbir çelişki olmadan kucaklanmış.

Ama bu ideolojik farklılıklar, hiçbirisini “sosyal demokrat” ya da “demokratik sol” ideolojinin dışına itmiyor..

Peki, “sosyal demokrasi” ve “demokratik sol” farklı ideolojiler mi?

İsim ne olursa olsun, her ikisi de bir “sentez”i yansıtıyor. Sosyalizm ile liberalizmin sentezini.. İkisi de toplumcu, ikisi de özgürlükçü, ikisi de katılımcı.. İkisi de toplumsal adaletçi..

İkisi de toplumda “ayrıcalıklı” olmayan kesimlerin ideolojisi.

“Sosyal demokrasi’nin Avrupa’da doğduğu ve Marksist kökenli olduğu, “demokratik sol”un Anadolu’da doğduğu ve “Kuva-yı Milliye”den kaynaklandığı, neyi değiştirir?

Çünkü varılan nokta aynı.. İçerikler aynı..

Üç partinin de “ana”sı olan Cumhuriyet Halk Partisi -tarihsel evrimi içinde- kendisine “demokratik sol” etiketini seçmişti. Bu nedenle o “özgün” etiketin, üçü tarafından da benimsenmesi daha doğru olur.

Ama bu, bugün aralarındaki ayrılığı haklı gösterecek “ideolojik” bir ayrım olduğu anlamına gelmez..

Soldaki üç partinin yapıları farklı mı?

Evet, farklı..

SHP, sanki toplumdaki mezhepsel ve etnik benzemezliklere dayalı bir “federasyon” gibi.

CHP, sütten ağzı yanmışların deneyimi ile “sandık esasına dayalı” bir örgütlenmeyi gerçekleştirmeye çalışıyor.

DSP ise tabandan örgütlenme çabası ile “tek merkez”den yönetilme gerçeği arasındaki çelişkinin tutsağı. Parti içi demokrasiden söz etmek çok zor.

Ama bu örgütsel-yapısal farklılıklar da tabanları ve ideolojileri arasında “temel”de ayrım olmayan üç partinin, “tutarlı” bir yapıda bütünleşme çabası içine girmemelerini haklı göstermiyor.

Partiler, yararları ve dolayısıyla dünya görüşleri birbirine yakın olan toplum kesimlerini temsil ederler. Görevleri, işlevleri, o toplum kesimlerinin beklentilerini yaşama geçirmektir. Gerçekleştirmektir.

Bunu yapabilmek için “güçlü” olmak zorundadırlar.

Güçlenme olanağı varken buna sırt çevirirlerse.. Var oluş nedenlerini unutmuş, var oluş nedenlerini yadsımış olurlar..

Bazı niteliklerine büyük “saygı” duyduğumuz, Türk solunun geçmişindeki damgasından dolayı büyük “sevgi” beslediğimiz Ecevit, niçin tutumunu değiştirmiyor?

Çünkü “çoksesli” bir yapı içinde, ikinci-üçüncü adamlarla mücadele etmek istemiyor. Bütün amacı “hakça” bir seçim sistemi ile TBMM’de bir grup kurup etkisini arttırmak.

Belki bir koalisyonun “onurlu” küçük ortağı olmak. Belki bu yoldan “dış siyaset”e damgasını vurmak..

Ama -kendi deyimi ile- yüzde 11 oy ile “solun birinci partisi” olsa ne olacak?

Gelir dağılımındaki “korkunç” çarpıklığı düzeltebilecek mi? Devlet bürokrasisinin “imamlaşması”nı engelleyebilecek mi?

Ve daha da önemlisi.. Kendi bir gün gidince, geride bir parti kalacak mı?

Orijinal Görsel

Yorum Yaz

Yorum yaz