Anasayfa » İran mı? Türkiye mi?

Yazı Hakkında

Başlık: İran mı? Türkiye mi?
Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi (s.17)
Tarih:  16 Temmuz 1999, Cuma

Yazı

HAFTAYA BAKIŞ

AHMET TANER KIŞLALI

İran mı? Türkiye mi?

İran’da Şah devrilip de yerini Humeyni alırken heyecan bizim meclise de yansımıştı. Erbakan’ın MSP’si kıvıl kıvıldı. İçlerinden birisi gündem dışı söz alıp kürsüye fırlamıştı:
-İran halkının devrimini alkışlamalıyız!
Yani dine dayalı bir rejimi alkışlamamız isteniyordu.  Şimdi de Sayın Recai Kutan üzgün. İran halkının da desteklediği anlaşılan öğrenci hareketlerini küçümseme çabası içinde. Aslında Tahran’daki öğrenci ayaklanmasını, 27 Mayıs öncesi Türkiye’sine benzetenler de yanılıyorlar; İran modelinin ağır ağır -ama kaçınılmaz bir biçimde- sönmekte olduğu gerçeğine gözlerini yumanlar da…

★★★

İran ile Türkiye hiç benzemiyor.. Ne geçmişte benziyordu ne de bugün. Bu gerçeği kavramakta zorluk çekenlerin, Taha Akyol’un “ Osmanlı’da ve İran’da Mezhep ve Devlet” kitabını dikkatli okumalarının tam zamanıdır. Bir. Safeviler döneminden beri, İran’a damgasını Şii inancı ve geleneği vurdu. Şahlar uzun süre “saklı imam”ı temsil ettiler. Siyasal güçlerine, bir de dinsel güç eklenmiş oldu… Oysa Osmanlı padişahları -halife sanını taşıdıkları dönemlerde bile-sadece siyasal bir otorite sahiptiler. İki. Şahlar “Mehdi-İmam”  gibi görüldüklerinde aşırı derecede güçlüydüler. Zamanla “imam”ın temsilciliği mollalara geçince zayıfladılar. Osmanlı’da ise padişahlar, ulema karşısında hemen daima üstün bir konumda kaldılar. Dinsel otoritenin gücü, İran Meşrutiyet Anayasası’na da yansımıştı. Mollaların, yasaların şeriata uygun olup olmadığını denetleme yetkisi bile vardı. Osmanlı’da ise böyle bir durum hiçbir zaman olmadı. Şeyhülislam ancak başvuru olduğunda “fetva” verebilirdi. Üç. Şahların dinsel güçlerini yitirip zayıflamasıyla, toplumun öncülüğü tamamen dinsel güçlere geçti. Osmanlı’da ise ‘ıslahat’ hareketlerinin öncülüğü padişahlardan ve merkez örgütünden geldi. İran’da öncülüğü hep dinsel güçler yaptılar ve çözümü hep geçmişte aradılar. Türkiye’de ise çağdaşlaşmanın öncüsü asker ve sivil bürokratlar oldular… Dört. Tıpkı Cezayir’de olduğu gibi Şah’ın İran’ında da siyasal muhalefete izin verilmemesi tüm toplumsal tepkilerin “dinsel muhalefet”te toplanmasına yol açmıştı. Oysa Türkiye Cumhuriyeti’nin başından beri durum tam tersiydi. Beş. İran, İslam öncesinin Zerdüşt geleneğinin izlerini taşıyor. Anadolu’nun köklerinde ise, göçebe kültürünün ilkel demokratik gelenekleri ve Şamanizmin kadın-erkek eşitliği anlayışı var…

★★★

Geçmişte neresi benziyordu ki, bugün bir yerleri benzesin! İki ayrı tarih, iki ayrı kültür, ve iki ayrı “model”. İran kendi modelini Türkiye’ye sızdırma çabalarında başarısız. Çünkü o modelin altyapısı yok Türkiye’de… Ama Türkiye hiçbir şey yapmasa da, modeli İran rejimini her zaman rahatsız edecektir. Çünkü aydınlığın ışığı karanlıkta yaşayanları her zaman çeker! Çünkü güzeli görenlere çirkini kabul ettirmek çok daha zordur. Ne demiş ozan: “Çalış idraki kaldır, Eğer muktedirsen ademiyetten!” Gözler görüp kulaklar duyarken, insanoğlunun düşünmesini nasıl engelleyebilirsiniz? Üniversite öğrencisi ise, sadece görmez ve duymaz, Aynı zamanda da onları yorumlayabilecek bilgiler alır. Ve üstelik de, düzenle henüz bütünleşmemiş olmanın ve bir arada bulunmanın verdiği bir olanağa sahiptir. İran’ın mollaları, kapılarını çağa kapatarak yaşamak istiyorlar.. Yaşayamazlar. Türkiye’nin yanı başlarında olması, çıkmaz bir yolu sadece kısaltıyor.

Orijinal Görsel

Yorum Yaz

Yorum yaz