Anasayfa » Kolay Yol Zordur…

Yazı Hakkında

Başlık: Kolay Yol Zordur…
Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi (s.3)
Tarih: 29 Ocak 1997, Çarşamba

Yazı

HAFTAYA BAKIŞ

AHMET TANER KIŞLALI

Kolay Yol Zordur…

Kolaycılık, köşeyi dönmecilik gibidir. Hedefe yorulmadan ulaşmaktır istediğiniz… Ve bir de bakarsınız ki, yorulmadan ulaştığınız yer, sizin istediğiniz yer olmaktan çok uzaktır.

TÜSİAD’ın -büyük çoğunluğunu paylaştığım- anayasa ve yasa önerilerinden ikisi, bana nedense “kolaycılık” çağrışımı yaptırdı.

Birincisi, Milli Güvenlik Kurulu’nun anayasadan çıkarılmasıyla ilgili… İkincisi de, Kürtçe eğitim ve Kürtçe TV ile ilgili…

Yıllardır -ve özellikle de “yeni mandacı” numaracı cumhuriyetçiler- doğrularla eğrileri o kadar güzel iç içe yerleştirdiler ki… Sonunda kimileri bunları birbirinden ayrılamaz sandı. Kimileri de, tümünü birden tartışılmaz doğrular gibi kabul etme eğilimine girdi.

Tam bir tuzak!

★★★

Milli Güvenlik Kurulu’nun bildirileri beni hep rahatsız etmiştir. Çünkü orada alınan ve “tavsiye” olması gereken kararlar hep şu sözcüklerle noktalanır:

“… hükümete bildirilmesine karar verilmiştir. ”

Bu, Milli Güvenlik Kurulu’nu hükümetin üstünde bir organ yapar ki, yanlıştır. 12 Eylül anayasasının büyük bir yanlışıdır. Ve elbette, demokrasinin temel kuralları ile bağdaşmaz.

Danışma organı, ancak “tavsiye” edebilir. Hükümete “talimat’’ veremez.

Bunun düzeltilmesinin bir demokratikleşme demeti içinde yer alması doğaldır. Ama Milli Güvenlik Kurulu’nun anayasadan çıkarılmasını istemek, fazla kolaycılıktır.

Benzeri kurumların İngiltere’de, Fransa’da olmadığını söylemek de hiçbir anlam taşımaz!.. Fransa’da üniversite rektörlerini milli eğitim bakanı atayabilir. İngiltere’de yazılı anayasa bile bulunmayabilir. Bu söze örnek oluşturur mu?

Yazılı anayasası olmayan, üniversite rektörlerinin bakan tarafından atandığı bir Türkiye düşünebiliyor musunuz?.. Köy enstitüleri niçin İsveç’te değil de Türkiye’de doğdu?

★★★

Milli Güvenlik Kurulu, anayasalarımıza ilk kez 1961’de girdi… Başka bir deyişle, Türkiye’nin tanıdığı “en demokratik anayasa”nın kurumları arasında yer aldı.

Niçin?

Bazı sorunlar “patlama” noktasına gelmeden çözülebilsin diye…Ülkeyi yönetenler, askerin nabzını tutabilsinler; gereken önlemler ona göre alabilsinler diye…

Ve de askerler, sivillerin yaklaşımlarını “daha iyi” anlayabilsinler diye…

Yani yasal düzeyde bir ‘asker-sivil diyaloğu” oluşsun diye.

Darbe ya da muhtıra mı daha iyi, yoksa ordunun görüş ve eğilimlerinin “ilk elden devleti yönetenlere anlatılması mı? Ve de o görüşlerin yanıtlarının alınması mı?

Bu kurumun ne 12 Mart ne de 12 Eylül darbelerini önleyemediği doğru!.. Ama başka bir doğru daha var: O da o darbelerin gerekçelerinin çok daha önceleri o kurumun çerçevesinde ortaya konduğu… Ve de sivillerin anlamak istemediği…

Milli Güvenlik Kurulu’nu kaldırırsanız, askeri darbe olasılığı mı azalacaktır?.. Yoksa -darbe koşulları oluşurken- bunu sezme ve o koşulları ortadan kaldırma olanağı mı?

Başını kuma gömmenin kimseye yararı yoktur!

★★★

Gelelim ikinci öneriye…

Bu köşede hep savundum: Kürtçe üzerindeki yasaklar kalkmalı… İsteyen, Kürtçenin Türkiye de konuşulan 12-13 alt grubundan birisini öğretmek için kurslar açabilmeli. İsteyen de o dilden yayın yapabilmeli..

Ama resmi dil tektir ve eğitim dili Türkçedir. Bu, bu topraklar üzerinde yaşayan insanlarda “biz” duygusunu, dayanışma duygusunu yaratabilmenin ön koşuludur.

“Demokratik hukuk devleti” yurttaşları arasında ayrım yapamaz!

TRT Kırmançi ile yayın yaparsa, Zazaca konuşanlar ne olacak? Lazlar, Gürcüler, Araplar, Boşnaklar, Arnavutlar ne olacak?

İmam-hatiplerde Sünni inancı öğretiliyor. TV’de Sünni inancını yayan yayınlar yapılıyor. Diyanet İşleri Başkanlığı, sadece tek mezhebin elinde bir araç…
Peki bu, Alevilerde bir dışlanmışlık duygusu, bir “azınlık psikolojisi” yaratmaktan başka ne işe yaradı?

Eğer yapabiliyorsanız, bir “kültürel hizmeti” herkese verin!

Yasalar çerçevesinde, sınırları çizilen bir serbestlik demokrasinin gereğidir. Ama sadece bir kesime verilen hizmet, yurttaşlar arasında ayrımdır. “Azınlık” eğilimlerini güçlendirmedir.

Daha da kötüsü, sayısı çok ya da eli silahlı olana ödün vermedir… Yanlıştır!

★★★

TÜSİAD’ın öneri demetinin en büyük eksiği, sorunun özüne inmemesi.

Eğer demokrasimiz gelişemiyorsa ve bunalımdaysa, bunun nedeni siyasal partilerimizdir. Partilerimizin demokratik olmayan yapıları ve bu nedenle kitlelerin beklentilerinden uzak, genel başkanlarının beklentilerine yakın oluşlarıdır.

Demokrasiyi işletecek, eksikliklerini giderecek, aksaklıklarını düzeltecek olan kurum partilerdir… Partileri demokratikleştirmeden sistemi demokratikleştirebilir misiniz?

Orijinal Görsel

Yorum Yaz

Yorum yaz