Anasayfa » Sistemi mi Değiştirmeli, Partileri mi? (1)
Ahmet Taner Kışlalı Yazıları Cumhuriyet Gazetesi Haftaya Bakış Köşe Yazıları

Sistemi mi Değiştirmeli, Partileri mi? (1)

Yazı Hakkında

Başlık: Sistemi mi Değiştirmeli, Partileri mi? (1)
Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi (s.3)
Tarih: 06 Ocak 1999, Çarşamba

Yazı

HAFTAYA BAKIŞ

AHMET TAMER KIŞLALI

Sistemi mi Değiştirmeli,Partileri mi? (1)

Türk ve Fransız bilim adamlarının katıldıkları bir
toplantıdaydık. Prof. Türkan Saylan, bana ve sevip
ve saydığım genç bir bilim adamına aynı soruyu yöneltti:

– Dinsel topluluklar ve onların kurdukları vakıflar,
dernekler, sizce sivil toplum örgütü sayılabilir mi?

Şimdi Bilgi Üniversitesi’nin beyin takımında yer
alan genç dostum, tüm zekâsını ve anlatım yeteneğini zorladı. Onların da sivil toplumun bir parçası olduğu anlamına gelecek bir şeyler söyledi.

İdeolojik olarak sivil toplumu kabul etmeyen bir örgüt düşünün… Yürüdüğü erek de sivil toplumu yıkmak… Ve siz onu “sivil toplumcu” olarak savunuyorsunuz!

Aymazlığı önlemek için öncelikle yanıtlanması gereken soru şu olmalıydı:

– Sivil toplumu yıkmak isteyenlerle siviltoplum yaratılabilir mi?

Ve bir adım daha giderek ona bir başka soru eklenmeliydi:

– Demokratik olmayan partilerle demokrasi yürütülebilir mi?

Yanıt ayan beyan ortada…

Dinci örgütler sivil toplumun temellerini yok ediyorlar. Yapılan demokratik olmayan partiler de demokrasinin kendisini işlemez hale getiriyorlar.

★★★

Geçenlerde Star TV’de ilginç bir tartışma vardı.

Korkut Özal’dan Bedri Baykam’a, Prof. Nur Vergin’e uzanan bir siyasal yelpaze, Türk siyasal yaşamındaki tıkanmayı tartıştı…

Kimisi, parlamenter sistem yerine, başkanlık ya da
yarı-başkanlık sisteminin kurulması gerektiğini savundu. Kimisi sistemin değil, partilerin değişmesi gerektiğini söyledi. Kimisi partilerin değil, onları yönetenlerin değişmesinin yeterli olacağı görüşündeydi.

Kimisi de, “Bu partiler de başlarındakiler de değişmez, onun için yeni partiler kuralım” diyordu…

Acaba kim haklı?

Başkanlık sisteminin ABD dışında iyi işlediği yer
yok. Hele demokratik gelenekleri yeterince oluşmamış olan ülkelerde: başkanlık sistemi toplumsal kutuplaşmayı hızlandırıyor, diktatörlüğe ortam hazırlıyor.

ABD’de işliyor, çünkü orada “parti disiplini” yok…

Örneğin başkanın getirdiği bir öneriye mecliste
kendi partisinden “hayır”, karşı partidense “evet”
oyları çıkabiliyor. Ama ABD’de bile, bugünkü Clinton bunalımının uzamasının temel nedeni açık: Başkan, Demokrat Parb’den, oysa parlamento çoğunluğu Cumhuriyetçi.

Böyle bir durum Türkiye’de olsa, acaba o başkan
o meclisten tek bir yasa çıkarabilir miydi?

Başkanlık sistemi, seçimle gelen bir “anayasal krallık” (meşruti yönetim) yaratıyor. Yarı-başkanlık ise “hakem cumhurbaşkanı” modelidir.

ABD Başkanı ülkeyi yönetir, Fransa Cumhurbaşkanı ise ülkeyi yönetmez, ama sistemin tıkandığı yerde devreye girer.

★ ★★

“Sistemi mı değiştirmeli, yoksa partileri mi” sorusunun partilerle ilgili yanıtını başka bir yazıya bırakıyorum… Eğer sistemde mutlaka değişiklik yapmak gereği duyuluyorsa, yan-başkanlık, bizim yapımıza
ve gereksinmelerimize daha uygun düşer.

Ama… Bizim özelliklerimize göre değiştirmek koşuluyla!..

Seçimi halk yapmamalı, çünkü kutuplaşma doğar.
Cumhurbaşkanını gene Meclis seçmeli, ne var ki üçte iki çoğunluk zorunlu olmalı Meclis eğer üç turda, üçte iki çoğunlukla bir cumhurbaşkanı seçemezse, milletvekili seçimleri yenilenmeli!

Üçte iki çoğunluk zorunluluğu ve genel seçimlerin
yenilenmesi tehdidi, partileri kutuplaşmaya değil, uzlaşmaya zorlayacaktır. Ve ancak böyle seçilmiş bir
cumhurbaşkanı da “hakem” rolünü oynayabilecektir…

Sistemle ilgili başka ne gibi önlemler alınabilir?

Bakanlıkla milletvekilliğinin ayrılması… Bakanların
Meclis dışından olması ya da bakan seçilen milletvekiline “istifa” zorunluluğunun getirilmesi., sağlanabilir.

Böylece bazı sağlıksız baskılar önlenebilir.

Seçimlerde alınan oylara göre: her milletvekilinin
bir de aynı partiden “yedeği” olabilir.. Böylece de
sık sık “ara seçim” gereksinmesi ortadan kalkar.

***

Oyuncağı hor kullanıp kırmak, çocukçadır. Kırılan
oyuncağın arkasından ağlayıp yenisini istemek de bir
çocukluk hastalığıdır.

Eski oyuncağı onarır ya da aynısını yeniden alırsanız, çocuğun onu kırma olasılığı azalır. Çünkü nasıl kırıldığını, neresinin daha zayıf olduğunu öğrenme olasılığı artar.

Her defasında farklı bir oyuncak alındığında ise o
şansı da kalmaz….

Sistemi kökten değiştirmek, çocuk her ağladığında ona yeni bir oyuncak almak gibidir… Öyle bir çocuk, hiçbir zaman büyümez!

Yaşı büyüse de kendisi hep çocuk kalır..

Orijinal Görsel

Yorum Yaz

Yorum yaz