Anasayfa » Suç Kimde?

Yazı Hakkında

Başlık: Suç Kimde?
Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi (s.3)
Tarih: 28 Temmuz 1996, Pazar

Yazı

HAFTAYA BAKIŞ

AHMET TANER KIŞLALI

Suç Kimde?

Açlık grevleri… Giderek artan ölümler… Evlat acısı, kardeş acısı, eş ya da sevgili acısı içindeki insanlar…

Neden, bazı insanların haksızlığa ve baskıya direnişi mi?

Devletin hoşgörüsüzlüğü ve katılığı mı?

Yoksa, eli silahlı örgütlerin, bazı gençleri kendi amaçları için ölüme zorlamaları mı?

Acaba -sevgili Mumcu’nun deyişi ile- gene “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi” mi olduk?

Olayda üç taraf var: Tutuklu ve hükümlüler, aileleri ve yakınları ve toplum.

Ya devlet?

Devlet “taraf” değil.. Devlet varsa, toplum adına var. “Kendi adına” olamaz!

Benim kesinlikle yanında olduğum taraf, aileler ve yakınlar.

Çocuklar ölüm orucunu isteyerek de yapsa, buna zorlanmış da olsa… Devletin ceza ve tutukevlerindeki tutumu doğru da olsa yanlış da olsa…

Hatta çocuklarının o konuma düşmesinde, geçmiş aile içi eğitimdeki hatalar da rol oynamış olsa…

Tüm bunlar, ölüm orucundakiler dahil, en büyük acıyı o insanların çektiği gerçeğini değiştirmez!

Çocuklarını arayan “Cumartesi Anneleri”nin acılarına yönelik en küçük bir hoşgörüsüzlüğü bile hoş görebiliyor muyuz? Costa Gavras’ın “Kayıp” filminde, Şili faşizminde kaybolan çocuğunu arayan babanın acısı, dünyadaki sayısız “gerçek” olayın sadece küçük bir yansıması değil miydi?

“Kayıpların yakınlarına verdiğimiz gönül desteğini, içerideki çocuklarının ölüm haberini bekleyen insanlardan esirgeyebilir miyiz?”

★★★

İçeridekileri değerlendirirken, çok daha titiz olmak gerekiyor.

Kimisinin suçu saptanmış, kanıtlanmış ve hüküm giymiş… Kimisinin ise davası sürüyor; henüz hükümlü değil, tutuklu. Belki de suçsuz!

Kimisi ölüm orucu yapıyor… Kimisi ise ölüm orucu yapmıyor, ama ölüm orucu yapanlar adına konuşuyor. Onların yakınlarıyla ve sağlık görevlileriyle görüşmesine engel oluyor.

Niçin?

Hangi hakla?

Acaba gerçekten de eli silahlı örgütler, böylece bir taşla iki kuş vurmak peşindeler mi? Böylece hem “ılımlı”ya da “itirafçı” kişilerin ölmelerini, hem de kamuoyuna ve dünyaya karşı bir propaganda öğesi olmalarını sağlamış mı olacaklar?

Demek ki, kimisi ölüm orucunu isteyerek yapıyor… Kimisine ise bu dayatılıyor. Özgür iradesini kullanmasına engel olunuyor.

İnsan yaşamını kendi amaçlarına “alet” eden, her türlü düşünceye ve davranışa karşıyım!.. Hiçbir ideoloji, bazı insanları yaşamlarına son vermeye zorlamayı ve onların yakınlarına “evlat acısı” yaşatmayı haklı gösteremez.

Gelelim devlete…

Devletin varoluş nedeni toplumdur. Devletin en ilkel ve temel görevi, insanları saldırıdan korumak ve suçluyu cezalandırmaktır.

Sivas’ta 37 insanımızın, düşüncesinden dolayı, inancından dolayı çıra gibi yakılmasına seyirci kalan devlet suçludur!

Taksim’de şeriat bayrağı açana hoşgörü gösterip, “Cumartesi Anaları”nı tartaklayan devlet suçludur!

Cezaevlerini kanlı örgütlerin eğitim alanına çevirmesine ve oraya “düşenler”in yaşamları üzerinde bile karar verir hale gelmesine göz yuman devlet suçludur!

Tutuklu ve hükümlüler de insandır ve insan gibi yaşama hakkına sahiptir. Ama insan gibi yaşamak başkadır, başkalarının insan gibi yaşama haklarını ellerinden almaya çalışmak başkadır.

Ve güçsüzü koruyamayan, zorbaya engel olamayan devlet; giderek varoluş nedenlerini yitirmeye.. yurttaşların tümünün devleti olmaktan çıkmaya başlamış demektir.

Cezaevlerindeki kötü koşulların düzeltilmesine evet; ama cezaevlerinin “suçevleri”ne dönüşmesine hayır!

Orijinal Görsel

Yorum Yaz

Yorum yaz